ALLAHÛ TEÂLA (CC)'YA VE SIFATLARINA İMAN

131 Kâinatın ve onu meydana getiren varlıkların, kendiliklerinden ve tesadüfen meydana gelmiş olmaları imkansızdır. Zira en basitinden tarlada yetişen pamuğun, kendiliğinden eğirilip ip haline gelmesi, daha sonra bu iplerin tesadüfen kumaş haline dönüşmesi mümkün değildir. Boş bir arsada; hiçbir yapı malzemesi veya bunları belli metodlarla bir araya getirecek usta ve benzeri elemanlar bulunmaksızın, kendiliğinden dört başı mamur bir köşkün yükseleceğini beklemek de düşünülemez. Dikkat edilirse âlemdeki her varlık muhtaç durumdadır. Eğer bu varlıklar kendi kendilerini yaratmış olsalardı, herşeyden müstağni olmak, asla muhtaç olmamak hususunda titizlik gösterirlerdi. Kainatta bulunan bütün varlıklar; büyük veya küçük bütün cisimler değişmekte, kendilerine arız olan birtakım hallere göre, bir durumdan diğer bir duruma geçmektedirler. Canlı varlıklar zamanla ölmekte, yerlerini başkaları almaktadır. Kısacası alem ve onu meydana getiren unsurlar, daimi bir değişme içindedirler. Bu hareket ve sükûn kendiliğinden meydana gelemez!.. İmam-ı Matûridi (rha): "Akıl ve duyu organları vasıtasıyla hissedilen varlıklardan her biri ya pistir, ya temizdir, ya küçüktür, ya büyüktür, ya güzeldir, ya çirkindir vs... Bütün bunlar değişme ve zeval bulmanın alametleridir. Fani olma ihtimali bulunan bir şeyin, kendi zatı ile var olması mümkün değildir"(55) buyurmaktadır. Yani bu alem sonradan yaratılmıştır, hadistir. Sadrüddin Taftazani: "Alemin muhdes ve hadis olduğu sabit olmuştur. Malûmdur ki her muhdes için bir muhdis zaruri olarak lazımdır"(56) hükmünü zikreder.

 132 Varlığı zatından olan, var olmak için hiçbir şekilde diğer bir şeye muhtaç olmayan, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olan, zaruri varlık Allahû Teâla (cc)'dır. Bütün alemleri ibda eden (Yoktan var eden) Allahû Teâla (cc)'dır. O'nun kudret ve azametinin nihayeti yoktur. Bizleri, bizim gördüğümüz ve göremediğimiz alemleri yaratıp, yaşatan ve rızıklandıran yalnız ve yalnız Allahû Teâla (cc)'dır.

 133 Kur'an-ı Kerim'de: "Allah hem her şeyi yaratandır, hem de her şeyin üzerinde nigehban (dilediği gibi tasarruf eden) dir"(57) yine En'am Sûresinde: "Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir (bu nasıl düşünülebilir?) O'nun bir eşi de yoktur. Her şeyi o yaratmıştır ve O her şeyi hakkı ile bilendir"(58) buyurulmaktadır.

 134 Allahû Teâla (cc) zatında birdir. Fakat bu birliği sayı cihetinden değil, ortağı bulunmamak yönündendir.(59) Birliğinin sayı cihetine inhisar etmemesi, kendisinden sonra bir yaratıcının bulunduğu vehmini ortadan kaldırmak içindir. Zira adet manası üzerinde düşünülünce, başka sayılar da akla gelir. Halbuki Allahû Teâla (cc)'nın; zatında, (sıfatında) eşi, benzeri ve ortağı yoktur. "İhlâs Sûresi" nde bu husus açıkça beyan buyurulmuştur: "De ki Allah ehad'dir (Mahiyet'te ve kemal sıfatlarında eşi ve benzeri olmayan bir'dir). Allah kimseye muhtaç değildir, samed'dir (Herşey O'na muhtaçtır, o hiçbir şeye muhtaç değildir). Doğurmamıştır da, doğurulmamıştır da O. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."(60) Mekke müşrikleri: "- Melekler Allah'ın kızlarıdır" iddiasındaydılar. Allahû Teâla (cc) doğurmamıştır, ifadesiyle onlara reddiyye vardır. Ayrıca Yahûdiler: "- Üzeyr Allah'ın oğludur" itikadında idiler, Nasraniler  de: "- Mesih (İsa) Allah'ın oğludur, anası da eşidir" iddiasını ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu husus açıkça tasrih olunmuştur: "Yahudiler "Üzeyr Allah'ın oğludur" dedi(ler). Hristiyanlar da "Mesih (İsa) Allah'ın oğludur" dedi(ler).  Bu onların ağızlarıyla (geveledikleri cahilce) sözlerdir ki (bununla güya) daha evvel küfredenlerin sözlerini taklid ediyorlar."(61)  

135 Dikkat edilirse; hem herhangi bir kitapları olmayan Mekke müşrikleri, hem de Yahudi ve Hristiyanlar, Allahû Teâla (cc)'ya inandıkları iddiasındadırlar. Ancak Allahû Teâla (cc)'ya; kız ve oğul nisbet etmekle küfre düşmüşlerdir. Zira doğma ve doğurma; bu alemdeki bazı canlıların vasıflarıdır. Doğan ve doğuran bütün canlılar ölümlüdür. Kur'an-ı Kerim'de bütün bu iddialar kat'i olarak çürütülmüştür. Nitekim: "Allah hiçbir evlat edinmemiştir, O'na ortak hiçbir ilah da yoktur. (Öyle olsaydı)  Bu takdirde elbette her ilah kendi yarattığını (sürükler) götürür ve elbette kimi kiminin üstüne çıkıp (galebe edip) yükselirdi. Allah onların bütün vasf (u isnad) ettiklerinden (Şirk'lerinden) münezzehtir"(62) buyurulmuştur. Şurası muhakkaktır ki; Allahû Teâla (cc) yarattığı şeylerden hiçbirine benzemez. Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.

 136 Kur'an-ı Kerim'de: "Yoksa onlar yeryüzünde birtakım ilahlar edindiler de (Ölüleri) onlar mı diriltecekler?(63) Eğer her ikisinde (Yeryüzünde ve gökyüzünde) Allah'tan başka ilahlar olsaydı, bunların ikisi de (yer ve gök) muhakkak ki harap olup gitmişti. Demek ki arşın rabbi olan Allah, onların vasf (ve isnad) edegeldikleri her şeyden yücedir, münezzehtir."(64) buyurulmaktadır.

 137 İslâm uleması'nın "Burhan-ı Temanû" diye isimlendirdikleri bu delil, muteber bütün akaid kitaplarında, bu Ayet-i Kerimelere dayandırılarak izah edilmiştir. Şöyle ki: Eğer ulûhiyyet sıfatıyla muttasıf ve birbirine her bakımdan eşit iki ilah'ın varlığı mümkün görülürse; bir şeyi yaratma hususunda, ya aralarında anlaşıp ittifak ederler veyahutta ihtilafa düşerler. Eğer ittifak ederlerse; bu ya mecburiyetten doğar veya ihtiyari olur. Eğer mecburi bir ittifak söz konusu olursa, her ikisi de acze düşmüş demektir. Aciz olan ise ilah olamaz. Bir şeyi yaratma hususundaki ittifak, ihtiyari olursa, biri diğerine tabi olmuş demektir. Dolayısıyle birisinin diğerine boyun eğmesi de, acizlikle yakından alakalıdır. Yaratma hususunda birbirlerine muhalefet ederlerse, iki ilah arasında savaş başlar. Zira her iki ilahın; birbirine zıt olan irade ve isteklerinin, aynı anda meydana gelmesi mümkün değildir.

 138 Akil-baliğ olmuş her insanın, "Allahû Teâla (cc) zat-ı ilahisine layık bütün kemal sıfatlarla muttasıftır, noksan sıfatların hepsinden beridir, münezzehtir" diye ikrarda bulunup, bunu kalbi ile tasdik etmesi farzdır. Buna Allahû Teâla (cc) hakkındaki icmal-i iman denir. Allahû Teâla (cc); dilediğini yaratmak veya yaratmamak, emirlerine isyan edenlere azab etmek veya itaat edenlere mükâfat vermek gibi hususlar, zat-ı ilahi hakkında caizdir. Kur'an-ı Kerim'de: "Rabbin dilediğini yaratır ve dilediğini seçer"(65) buyurulmaktadır. Yine bir Ayet-i Kerime'de: "Ey insanlar!.. Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir"(66) hükmü beyan edilmiştir.

 139 İslâm uleması; "Allahû Teâla (cc)'nın mukaddes sıfatlarının hakikatini akılla kavramak mümkün müdür, değil midir?" konusu üzerinde durmuştur.(67) Malûm olduğu üzere Allahû Teâla (cc)'nın "Esmâ-ü'l Hüsna"sı dediğimiz mübarek doksandokuz ismi Kur'an-ı Kerim'de zikredilmiştir. Tevhid ve sıfat ilmi ile meşgul olan ulema; kat'i nassları esas alarak Allahû Teâla (cc)'nın sıfatlarını izah etmişlerdir. Şurası unutulmamalıdır ki; "Allah" ism-i şerifi; bütün kemal sıfatları ve ilahi vasıfları toplar ve yalnızca O'na delalet eder. Kur'an-ı Kerim'de, 2800 defa zikredilmiştir. Bazı çevreler kasden ve teammüden "Tanrı" lafzını kullanma hususunda inatçılık göstermektedirler. Kur'an-ı Kerim'de ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnet'inde "Tanrı" lafzı geçmez. Türkçe'de "Tan yeri ağardı" deyince, güneşin doğma vaktinin yaklaştığı anlaşılır. Tan yeri, güneşin doğduğu yerdir. Eski Türkler'de Abulcahandan sonra gelişen putperestlik; yer, yeraltı, gök ve güneş gibi "İlâhları" gündeme sokmuştur. Bunların en büyüğü "güneş ilâhı" (yani Tanrı) bilinir. Gerçi ısrarla "Tanrı" kelimesini kullananların kasıtları bu değildir. Fakat yanlışta ısrar etmemek büyük bir fazilettir.

 140 Kur'an-ı Kerim'de "Allah (cc)" lafzından sonra; sıfatî isimlerin en mühimi olan "Rabb" ismi şerifi gelir. Bu da Kur'an-ı Kerim'de 960 yerde geçmektedir. Terbiye etmek, büyütmek ve yetiştirmek manalarını ihtiva eden "Rabb" kelimesinin asıl manası; her şeyi derece derece yükselterek, gayesi olan en mükemmele erişinceye kadar terbiye edendir. Daha sonra en çok "Rahman", "Rahim" ve "Mâlik" ismi şerifleri yer alır. Fatihâ Sûresi'nde "Allah" has isminden sonra sıra ile zikredilen: "Rabb, Rahman, Rahim ve Malik" ism-i şeriflerine; Allahû Teâla (cc)'nın "Rububiyyet Sıfatları" adı da verilmektedir.

 141 Allahû Teâla (cc)'nın isim ve sıfatları vardır. O'nun hiçbir ismi ve hiçbir sıfatı hadis (yaratılmış) değildir.(68) Allahû Teâla (cc)'nın bütün sıfatları ve isimleri ezelidir, başlangıcı yoktur. Ebedidir, sonu yoktur.

 142 Allahû Teâla (cc) kemal ifade eden sıfatlarla vasıflanmıştır. Eksiklik, acz ve devamsızlık belirten şeylerden de münezzehtir.(69) Allahû Teâla (cc)'nın sıfatları ezelde mevcuddur, kullarının sıfatları ise böyle değildir. Meselenin kavranması için bir misal verelim. "Allahû Teâla (cc) görür ve işitir." Fakat bu görme ve işitme; bizim görme ve işitmemizden farklıdır. Zira biz Allahû Teâla (cc)'nın bize bahşetmiş olduğu göz ve kulakla, yani vasıta ile görür ve işitiriz. Eğer bu iki uzvumuz (Allahû Teâla (cc) muhafaza buyursun) görevini yapamaz duruma gelirse, görme ve işitme imkanı kalmaz. Allahû Teâla (cc)'nın görmesi ve işitmesi ise; herhangi bir vasıta ile, veyahutta kâinatta başka bir varlığın yardımı ile değildir. Yine Allahû Teâla (cc) âlim'dir" derken; buradaki ilim ile, kulların ilimleri birbirine karıştırılmamalıdır. Bizler eşyayı; aletler yardımıyla ve zihinlerimizde meydana gelen şekillerle bilebiliriz. Kaldı ki bu husustaki bilgimiz de oldukça sınırlıdır. Allahû Teâla (cc) ise; hiçbir alet ve hiçbir yardımcı olmadan ezeli ve ebedi olan bilgisiyle; eşyanın hakikatini (açık ve gizli olan her halini) bilir.

 143 Şimdi kısaca; sıfat-ı Nefsiyye, sıfat-ı Selbiyye ve sıfat-ı Zatiyye üzerinde duralım.

 144 Zaman olarak ne kadar geriye gidilirse gidilsin, Allahû Teâla (cc)'nın var olmadığı bir anı düşünmek bile mümkün değildir. Zira Allahû Teâla (cc)'nın varlığı, diğer varlıklar gibi başkasından, başka bir varlık vasıtasıyla olmayıp, vücûdu zatının icabıdır. Nitekim vücûda, zatının icabı olduğu için Allahû Teâla (cc)'ya "Vacibû'l Vücûd" denilmiştir. Bazı ulemâ; vücûd sıfatına "Sıfat-ı Nefsiyye" adını vermişlerdir.

geovisit();