İnsan Olmaya Doğru

“Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim
Minicik gövdeme yüklü Kaf Dağı
Bir zerreciğim ki arşa gebeyim
Dev sancılarımın budur kaynağı” (Necip Fazıl)

Doğu edebiyatının üstadlarından Şirazlı Sâdî: “İnsan bir damla kan ve bin endişedir.” derken, vahye muhatap insanın tanımını yapıyor. Bu soylu endişeler insanı anlamlı kılıyor. Maddi olandan onu koparıp beş duyu idrakinin hapsettiği ten kafesinden kaçırıyor.

Nitekim eşref-i mahlukat sırrınca bizim tanımladığımız insan daima miraç yani yükseliş halindedir. Sidre-i Müntehâ’ya olan yolculuğunda beden varlığının yükünü azalttıkça yükseleceğine inanır ve güzelin hasretini çeker. “Sonum yokluksa bu varlık niye?” sorusunu hem sorar hem de sorunun cevabını verir. Çünkü onun ötelerle işi vardır. Uhrevî olanın resmini en güzel o çizer.

Onun kurmak istediği medeniyet haritasında ruhun sancılarını duyarsınız. Vahye muhatap ve yaralı olan odur. Yük ona yüklenmiştir. Kelebek gövdesinde dev sancılar saklıdır.

Kendini bilen insan

Pekâlâ, bizim üstün varlık diye tanımladığımız insan idealin içinde saklı olan hasretleri ne derece kendisine katmış, bünyeleştirmiştir? Ne kadar gözdesi mevcut ise, bu insanlık sahnesinde maddî varlığından ibaret bir görüntü çizmektedir. Henüz kendini tanıyamamıştır. Halbuki kendini bilse her şeyi bilecektir.

“Ne yalanlarda var ne hakikatte
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış
Boşuna gezmişim, yok tabiatta
İçimdeki kadar iniş ve çıkış”

Evet, en büyük yolculuğun insanın kendine doğru yapıldığını bilmek zorundayız. Kendimizi tanımaktan korkan bizler tabii ki boşlukta kalacağız. Her gelen bizimle güçlenip, bize yetip, bizi yok edecek.

İdealleri olan insandır. İnsan nasıl olur da kendini keşfedemez. Halbuki o yandıkça gelişen tılsımlı bir kütüktür. Nasıl olur da bugünü yarınına denk olur. Ruhumuzun derinliklerinden durmaksızın fışkıran var olmak, sevmek, hayrete düşmek, inanmak anlamına gelen gaybî çeşmelerin asıl kaynağı O’dur.

Aldatıcı seraptan başka hiçbir güzelliğin var olmadığı riya, inkâr, hiyanet ve zulümlerin tezgâhlandığı bu yanlış zeminde insan, kendini yeniden anlamlandırmak zorundadır. Muhatap olduğumuz vahyin sırlarını taşımak için ruh adalelerimizi kuvvetlendirmek, ideallerimize sımsıkı sarılmak zorundayız.

İzzet ve zillet arasında

Geliniz bu idealleri çerçevelendirmeye çalışalım. Maddeci felsefenin yandaşları dışındaki bütün soy kafalar, düşünürler, gönül ehli yürek adamları, insanın bu görünen bedenden ibaret olmayıp onda tecelli eden rabbanî ruhtan ibaret olduğunu dillendiriyorlar. Muhyiddin-i Arabî k.s. hazretleri de insanı aziz ve zelil olması noktasından ele alır ve: “Bazı ilahî sıfatları taşıması sebebiyle alemde insandan daha aziz daha şerefli bir şey olmadığı gibi, kendini putlaştırıp ilâhlaştırmaya çalıştığı için de ondan sefili, zelili yoktur.” der.

Ruhunda tecelli eden bu hakikatleri idrak eden insan, insan oluşunun da hakikatini kavrar. Manevi gıdanın Allah’ı anmak ve onu tanımaktan geldiğini bilir. Bu gıdanın maddi taamlardan daha çok lezzet verdiğinin farkına varır. Böylece ruhunu akreplerin kıskacından kurtarır.

Plautos: “Yüreğim var, var ama yüreğimi dayayacak bir yer yok. ” diyor. Yaratana uzak düşen ruh, yaratıcılık hakikatiyle ters düştüğü için işte böyle sancılı ve mutsuzdur. Halbuki Rabbini zikreden kalp tatmin olmuştur. İnsan olma keyfiyeti böylece başlamış oluyor. Yani bulmak ve onu anmak… Ruh, bu doyuşla dünyaya geliş hikâyesini de kavrar.

Buradan anlıyoruz ki “O” vardır ve bizleri anmaktadır. Hz. Mevlâna hazretlerinin ifadesiyle: “O bizi anmasaydı biz onu anamazdık.” Elest Bezmi’nde verdiğimiz sözü hatırlayan ruh mesut ve neşelidir; fakat o sözü unutan ruh daima buhranlar içindedir.

Birinci ideale, zikir denen o yüce anış bestesinden sonra ulaşıyor ve insanlaşıyoruz. Çünkü Allah’ın ismi en temizdir. Onu zikredince kir pas pılını pırtısını toplayıp gider. Allah’ın tertemiz adı kalbe gelince yani zikir başlayınca ne kir pas kalır, ne kahır, ne keder. Güneş doğunca gece yok olur.

Fikirden önce zikir dememin hakikati Mevlâna’nın ifadesinde anlam kazanıyor: “Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan yürü, zikret. Zikir fikri titretir, harekete geçirir. ” Sonraki ideal ise fikirdir. İnsan akletmeli, düşünmeli; çünkü onun kafasını, hayvan kafasından ayıran ölçü taşı düşünebilmesidir.

Bu düşünüş elbette ki nice oluşlara gebedir. Fakat ilahî kaynaktan beslenmediği müddetçe binlerce sıfırın yan yana gelmesinden ibaret kalacaktır. Nitekim maddeci, inkârcı düşünenin ortaya çıkardığı her bilgi insanı putlaştırdı ve nice yıkımlara sebep oldu. Halbuki ulaştığımız her bilgi, “Alîm” sıfat-ı celilesinin tecellileridir. Biz oradan bilgi devşirmekteyiz.

Bunun farkında olan ünlü bilim adamı Einstein: “Sonsuz bilginin yanında ben neyim?” diye sorar ve ardından: “Yaratılan her şeyde yaratanı gördüm, çözdüğüm her formülde Allah’ın büyüklüğünü görüyorum.” diye ekler.
Kalbi karanlık inkârcı fizikçinin bilgisiyle, 19. yüzyılın fizik ötesini reddeden görüşlerine ciddi cevaplar veren fizikçi… İkisi de bilgiden besleniyor. İkisi de arı; fakat bal arısı aldığı özden bal, eşek arısı ise zehir yapıyor.

İnsan kulluk elbisesini giyince insan olur

İnsan son olarak oluş sırrını eylemle tamamlayacaktır. Gerçekleştirilmesi gereken son ideal de kısaca “amel”dir.
Yeryüzü bir sürgün ülkedir. Hakiki dönüş anının sancısını çeken yürek ölüm anına kadar da “O”na kulluk etmesi gerektiğinin idrakindendir. İnsan kulluk elbisesini giyince insan olmaya hak kazanır.

Fakat kulluk düşünce ve manadan ibaret olsaydı bize oruç ve namaz gibi ameller yazılmazdı. Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar birbirine armağan sunarlar. Kısaca bu ameller gönülde meydana gelen sevginin görünen hakiki şahitleridir.

Bu amellerle insan nice hakikatlere yelken açacaktır; çünkü enginde kulaç sallamadan inci bulunmaz. Kıyı sakinleri bilmez ki ummanda neler var. Bu amellerle zırhlanan ruh hakikaten dünyevî eylemlerinde de anlamlı işler yapacak gül medeniyetinin inşasını gerçekleştirecektir. Nice İslâm medeniyetleri bunun ispatıdır.

Evet; insan zikir, fikir ve amelle zırhlanınca varlığı da anlam kazanacaktır. Eşref-i Mahlûkat sırrının ten perdesi açılacak ve o zaman insan insanlaşacaktır.

Yalnızca bedenden ibaret olmadığını hissedenlere selam olsun.