Zekat

İslâm Yardımlaşma ve Dayanışma Dinidir

İslâm, hayatın her yönünü kapsayıcı ve mükemmel bir sistemdir. Allah Teâlâ insanı yeryüzünde mesut yaşaması için İslâm´la şereflendirmiştir. İnsanın saadeti, ancak hürriyetinin bilincine vardığında ve kendisinin bir mabudun kulu-kölesi olduğunu, o mabudun kemâl sıfatların tümüyle muttasıf olduğunu bilip buna inanmakla tamamlanır. Ancak bundan sonra şerefli yaşamanın sebeplerini incelemekle, Allah Teâlâ´ya olan ibadetiyle mümarese etmek imkânına sahip olur. İnsanın şerefli yaşaması, ancak yardımlaşma ve dayanışma yoluyla tamamlanır. Bu yardımlaşma ve dayanışma karşılıklı sevgi ve saygı temeline dayan- . malıdır. Yardımlaşma, başkasına zulmedip onu istismar etmeye vesile ol­mamalıdır. Tüm beşerî nizamların üstünde olan İslâm, insanın bütün ihti-_ yaçlannı karşılayan bir dindir. Bunu da insanın fıtratına uygun olarak ya­par. Onun meziyetlerini inceltir, ferdî özelliklerini geliştirir. İslâm, önce akidenin düzeltilmesiyle işe başlar, sonra kâinata ve hayata bakışı ve ah­lâkı düzeltir. Sonra da hayat yolunu düzenleyen kaide ve kurallar koyar. Önce bunların gelişmesini sağlar, sonra da isteyerek ve ikna yoluyla in­sanları hükmü altına alır. Zekât da Allah´ın teşrî kıldığı birçok kaide ve kurallardan sadece birisidir. Allah Teâlâ bu kaideleri insanlığın saadeti için koymuştur. Bu kaide ve kuralların fert ve toplum hayatındaki faydaları açıkça görülmektedir.

Zekâtın amacı, ferdin malını kontrol altına almak, ferdin gelişme­sinde fertler arasındaki adalet terazisini sağlamlaştırmak ve dolayısıyla ferdin adalet terazisine saldırmasını önlemektir. Ferdin gelişmesi, fıtrî esaslar dikkate alınarak sağlanmalıdır. Bunu, Hz. Peygamber´in çeşitli beldelere ve kabilelere elçiler gönderdiğinde onlara söylediği sözlerde görüyoruz:

Onları Allah´tan başka ilah olmadığına ve benim Allah´ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır. Eğer onlar buna itaat ederlerse on­lara şunu bildir: Allah onlar üzerine hergün beş vakit namaz farz kılmıştır. Onlar buna da itaat ederlerse, kendilerine şunu bildir ki Allah onlar üzerine zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât, zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir.[1]

Böylece İslâm şeriatı durumu tedvir eder, kişiyi şahsî gücüyle başbaşa bırakmaz. Ayrıca insanı, sadece başkalarına yardım etmesi için iç alemiyle ve insanî duygularıyla da başbaşa bırakmaz. İslâm şeriatı bu şekilde kaideler ve kurallar koyarak insanın kişisel gayretlerine yardım etmekte, bu yardımı, başkalarının ihtiyaçlarına yetecek kadar yardım et­meyi zorunlu kılmasıyla yapmaktadır. Ferdin inatçılık etmemesi, enaniyet ve saldırganlığın bütün çeşitlerine kapıyı kapatması ve kendi iç âlemini murakabe etmesi için kaide ve kurallar vaz´etmiştir. Bunlarla onu adalet ve istikâmet yolunda diğerleriyle beraber bulundurmak istemiştir. Allah´ın izniyle zekâtın ahkâmı, nasıl toplanacağı ve nerelere dağıtılacağı bahsinde bu hakikat daha bariz bir şekilde görülecektir.

Zekât´ın Mânâsı

Zekât, artış anlamına gelen zekâ fiilinin masdarıdır. Bazı yerlerde de tezkiye (=temizlik, arınma) anlamında kullanılmıştır.

Nefsini temizleyen (=zekkâha) kurtuluşa ermiştir. (Şems/9>

İslâm şeriatında zekât, bazı mallardan alınan belli bir miktarın adıdır. Alınan bu miktarı, insanlardan belli.sınıflara vermek farzdır. Biraz sonra bu şartlardan bahsedeceğiz.

Maldan alınan bu miktara zekât denir, çünkü onu alanların duasıyla mal çoğalıp bereketlenir. Ayrıca zekât, malı pislikten ve haramdan arın­dırır.

Zekâtın Teşrî Kılınmasının Tarihi

En sahih görüşe göre zekât, Hz. Peygamber´in Medine´ye hicret edişinin ikinci yılında teşrî kılınmış, Ramazan orucunun farz kılınmasın­dan az bir süre önce farz olmuştur.

Zekâtın Hükmü ve Delili

Zekât, İslâm´ın en önemli rükûnlarmdan biridir. Zekâtın farz olduğunu belirten kesin deliller, zekâtı, dinde zaruri olarak bilinen ve in­kâr edenin kâfir olacağı rükûnlardan kılmıştır.

Namazı kılın, zekâtı verin! (Bakara/43)

´Zekâtı verin´ emri Kur´an´da birçok yerde tekrar edilmiştir. Kur´an´ın 32 ayetinde zekâttan söz edilmiştir.

Zekât´ın hadîsten delili ise Hz. Peygamber´in şu sözüdür:

İslâm, beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah´tan başka ilah olmadığına, Muhammed´in O´nun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ye Ramazan orucunu tutmak.[2]

.Onlar buna itaat ederlerse, kendilerine şunu bildir ki Allah onlara zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât, zenginlerden alınır, fakirlere verilir.[3]

Bu konuda daha birçok hadîs vardır.

Zekât´ın Hikmeti ve Faydalan

Zekâtın hikmet ve faydalarının tümünü burada saymak zordur. Bunlar genel olarak fert ve toplumun yararına olan şeylerdir. Zekâtın fay­dalarından bir kısmını şöyle sıralayabiliriz;

1. Zekât veren insan, zekât sayesinde cömertliği öğrenerek bunu âdet edinir. Nefsindeki cimrilik damarlarını söküp atar. Eğer zekâtını, bizzat kendisi malından ayırıp verirse bu durumu daha bariz bir şekilde hisseder. Ayrıca zekâtın, malı eksilttiğinden fazla artırdığına şahit olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Sadaka hiçbir malı eksiltmez.[4]

Zekât, malı eksiltmez belki artırır. Çünkü Allah Teâlâ, zekât sebebiyle zekât veren kimseden zararı uzaklaştırır. Halkın ona saldırmasını engeller. O zekât sayesinde faydalanma yollarını kolaylaştırarak malı çoğaltır. Bütün bunlarla beraber kişi Allah rızası için infak etmenin sevabını da elde eder.

2. Zekât, zekât verenle alanlar arasındaki kardeşlik ve sevgi bağını pekiştirir. Zekâtın toplumda yayıldığını, her müslümanm malının zekâtını hak sahiplerine verdiği düşünülecek olursa, müslümanlar arasındaki yakınlaşmanın, kaynaşmanın derecesi kestirilebilir. Müslümanlar arasında yakınlaşma, kaynaşma olmazsa, toplumun temel taşı mesabesinde olan birlik ve beraberlik sağlanamaz. Müslümanlar birbirlerine tek bir vücut gibi sevgi ve şefkat göstermek zorunda oldukları halde bunu yapmaz­larsa, toplum ayakta kalamaz.

3. Sosyal ayrılıklara sebep olan, toplumda ihtiyaç ve fakirlik kapılarını açan nedenler ne şekilde meydana gelirse gelsin zekât, toplumun ihtiyaçlarını karşılar. Zekât, fertler arasında meydana gelen sosyal farklılıkların tehlikelerinden, fakirliği meydana getiren sebeplerden toplumu koruyacak tek çaredir.

4. Zekât, tembellik ve tembelliğin, sebeplerinin çoğunu ortadan kaldırır. Tembelliğin en Önemli sebebi fakirliktir. Çünkü hiç mala sahip olmayan insan birşey yapma imkânına da sahip olamaz. Fakat şeriatın gereğine göre zekât müessesesi çalıştığında, fakire, bir iş yapacak imkân sağlanmış olur.

5. Zekât, kalpleri kin, nefret ve hased gibi tehlikeli mikroplardan te­mizleyecek tek yoldur. Toplumda merhamet, yardımlaşma ve şefkat duy­guları kalktığı zaman bu tehlikeli mikroplar yayılır. Zekât müessesesi tatbik edilip toplumda yaygınlaştırıldığı zaman ise meyveleri açık bir şekilde görünerek kalpleri kin ve nefretten temizlemede zekât hayret verici bir etki yapar, halkı, maddi derecelerinin değişik olmasına rağmen kardeş yapmada önemli bir rol oynar.

Onların mallarından bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip tezkiye edesin. (Tevbe/103)

Zekât Vermemenin Hükmü

a. Zekâtın farziyetini inkâr ederek vermeyenin hükmü.

Zekât, İslâm´ın şehadet kelimesi ile namazdan sonra gelen bir rüknü­dür. Bu nedenle âlimler, zekâtın farziyetini inkâr eden bir kimsenin kâfir olduğunda icma etmişlerdir. Tevbe etmediği takdirde böyle bir kimsenin kanı helâldir. Çünkü zekât, farziyeti zaruri olarak bilinen emirlerden biri­dir. Avam ve havass tüm müslümanlar bunu bilir. Böyle olduğuna dair bir delil veya burhan getirilmesine de ihtiyaç yoktur.

Hattabî şöyle demiştir: ´Kim zekâtın farziyetini inkâr ederse, o, müslümanların ittifakıyla kâfirdir. İmamlar arasında zekâtın farz olduğu hakkında icma vardır. Hatta müslümanlann avamı ye havassı da bunu bilmektedir. Bu hususta âlimlerle cahiller ortaktır. Hiç kimse zekâtı inkâr etmek veya herhangibir şekilde tevil etmekte mazur sayılamaz. Bu durum, ümmetin üzerinde icma ettiği beş vakit namaz, Ramazan orucu, cünüplükten yıkanma, zinanın haramlığı, anne, kızkardeş ve mahremi olan kadınlarla evlenmenin haramlığı gibi hükümleri inkâr edenler hakkında da geçerlidir[5]

İbn Hacer el-Askalânî de şöyle demiştir: ´Zekâtın farziyetini inkâr eden kimse kâfir olur´.[6]

b. Cimrilikten ötürü zekât vermeyenin hükmü.

Zekâtın farz olduğuna inandığı halde zekât vermeyen kimse fasıktır, günahkârdır. O, ahirette şiddetli bir azaba çarptırılacaktır.

Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele! (Zekâtı verilmeyen bu mallar) cehennem ateşinde kızdırılıp onlarla (istifçilerin) alınları, sırtları ve yanları dağlanacağı gün (onlara): ´İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servet­tir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!´ denir.

(Tevbe/34-35)

İbn Ömer´den mevkuf; ve merfû olarak şöyle rivayet edilmiştir-´Zekatı verilen mal, kenz sayılmaz. Zekâtı verilmeyen mal ise kenzdir´.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah bir kimseye mal verir, o da zekâtını vermezse o mal Kıyamet günü kel bir yılana dönüşür. O yılan çok zehirli olduğundan ötürü tepesinde tüy yoktur. O yılanın ağzında iki diş vardır veya gözlerinin üstünde iki siyah nokta vardır ki bu yılan, yılanların en dehşetlisi ve en pisidir. Allah Kıyamet günü o yılanı onun boynuna sarar. O yılan onun iki dudağından tutup ona ´Ben, senin dünyada istif ettiğin malınım´ der.[7]

Hz. Peygamber bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu:

Sakın Allah´ın fazl u kereminden kendilerine verdiklerinde cimrilik edenler, bunun kendileri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir serdir. Kıyamet gününde o cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah´ındır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır. (Âiu İmran/180)

Bu anlamda daha birçok ayet ve hadîs vardır.

Zekât vermeyenlerin dünyadaki durumu ise, zekâtın kendilerinden zorla alınmasıdır. İnsanlar bu hususta inat gösterip zekât memuruna itaat etmezlerse, Allah´ın şeriatını uygulayan idareci, gerekirse savaş yoluyla cebren zekâtı onlardan alır.

Zekât Ahkâmının Delilleri

Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmektedir: Hz. Peygamber vefat edip de Ebubekir halife olunca bazı Arab kabileleri küfre döndü. Hz. Ebubekir onlara savaş açtı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ebubekir´e "Hz. Peygamber ´Allah´tan başka ilah yok deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Kim Lâ ilahe illallah derse İslâm hakkı müs­tesna, benden malını ve canını korumuştur, hesabı da Allah´a aittir´ demiş olduğu halde sen insanlarla nasıl savaşıyorsun?" dedi. Hz. Ebubekir ´Vallahi namazla zekât arasını ayıranlarla savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Vallahi bunlar Rasûlullah´a veregeldikleri zekâtı benden esirgerlerse, bundan dolayı onlarla muhakkak savaşırım´ dedi. Ömer b. Hattab ´Vallahi aziz ve celil olan Allah´ın kıtal için Ebubekir´in gönlünü katiyetle açmış olduğuna tamamen kani oldum ve savaşın hak olduğunu öğrendim´ dedi[8]

Zekât´ın Kendisine Vacib Olduğu Kimseler ve Zekât´ın Vucûbiyetinin Şartları

Zekât, aşağıdaki şartlara sahip olan kimselere vacibdir:

1. Müslüman olmak.

Bu nedenle kâfir olan bir kimse zekâtla mükellef tutulamaz ve muahaze edilemez. Bunun delili, Hz. Peygamber´in Muaz´ı elçi olarak gön­derdiğinde söylediği şu sözlerdir:

Onları, Allah´tan başka ilah olmadığına ve benim Allah´ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır... Eğer onlar buna itaat ederlerse kendilerine şunu bildir ki Allah onlar üzerine zekâtı farz kılmıştır.2

Görüldüğü gibi zekât, Allah´tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed´in (s.a) Allah´ın elçisi olduğuna şahitlik etmeye bağlanmıştır. Hz. Ebubekir´in şu sözü de zekâtın kâfirlere vacib olmadığına delildir: ´Bu, Rasûlullah´ın müslümanlara farz kıldığı sadakanın farizesidir´.[9]

Hz. Peygamber´in ´müslümanlara farzdır´ sözünden açıkça anlaşıl­maktadır ki müslüman olmayana zekât farz değildir. Bu husus, malın zekâtı hakkındadır. Ancak fıtır sadakası, bazen müslüman akrabalarından

Daha önce geçmişti.

ötürü kâfir kimseye lâzım gelebilir. Kâfir de nafakası kendisine ait olan müslümanların fitır sadakasını vermek zorundadır. Bu konu -Allah´ın izniyle- ileride gelecektir.

2. Nisab miktarına mâlik olmak.

Nisab, kendisine zekât düşen malın en az miktarıdır. Bunun delili kendilerine zekât düşen mallardan bahsederken geçmektedir.

3. Nisab miktarına ulaşan malın üzerinden, kamerî bir yıl geçmiş ol­ması.

Bu nedenle üzerinden bir yıl geçmemiş olan mal ne kadar çok olursa olsun ona zekât düşmez. Bunun delili şu hadîstir:

Üzerinden bir sene geçmedikçe hiçbir mala zekât lâzım gelmez.[10]

Ekin, meyve ve hazine bu şarttan istisna edilmiştir. Bunların ze­kâtlarının vacib olması için üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Bunlar ele geçer geçmez zekâtları verilmelidir. Bunların tafsilatı -Allah´ın izniyle-yerinde gelecektir.

Çocuğun ve Delinin Malında Zekât Vardır

Sözü geçen şartlardan anlaşılmıştır ki bir mala zekâtın vacib olması için mal sahibinin akıllı ve baliğ olması şart değildir.

Çocuk ile Delinin Malına Zekâtın Vacib Olmasının Anlamı

Çocukla delinin malına zekâtın vacib oluşunun anlamı, onların şer´an mükellef olmaları dolayısıyla mallarının zekâtını vermelerinin vacib olması demektir. Eğer zekâtlarını vermezlerse kıyamet günü cezasını göreceklerdir anlamında değildir. Onların mallarına zekâtın vacib olmasının mânâsı şudur: Zekât, onların mallarıyla ilgilidir. Onların mallarında zekât şartları oluştuğunda, velilerinin malın zekâtını hak sahiplerine vermesi vacib olur. Eğer veliler bu hususta ihmal gösterirlerse günahkâr olup azaba müstehak olurlar. Eğer velileri yoksa, çocuğun baliğ olduktan, delinin de akıllandıktan sonra geçen senelerin zekâtını hesaplayıp vermesi gerekir.

Çocuk ve Delinin Malına Zekâtın Vacib Olmasının Delil­leri

Onların mallarından bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip

tezkiye edesin. (Tevbe/103)

"Onların mallarında isteyenler ve mahrum olanlar için bir hak vardır.

(Mearic/24-25)

Görüldüğü gibi bu ayetler, Allah´ın kullarına verdiği malda yoksullar için bir hak bulunduğuna delâlet etmektedir. Allah Teâlâ, peygamberine de o hakkı o maldan alıp sahiplerine vermesini emretmiştir.

Allah, burada bir mal sahibini diğerinden ayırmamıştır. Bu durumda mal sahibi olan herkese zekât vermek farzdır. Ayrıca zekâtı herhangibir mala da tahsis etmemiştir.

İkinci derecede, daha önce bahsi geçen şu haber de bunun delilidir. Hz. Ebubekir şöyle demiştir: ´Bu, Hz. Peygamber´in müslümanlar üzerine farz kıldığı sadaka farizasıdır´.[11]

Bu rivayetin metninde geçen el-müslimûn kelimesi umumidir; baliğ olan olmayan, akıllı olan olmayan herkesi kapsar. Hz. Peygamber´den bunu tahsis eden bir delil gelmedikçe, kelimenin umumi mânâda olması esastır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim malı olan bir yetimin velisi olursa, o mal ile onun için ticaret yapsın. Zekâtın, o malı yeyip bitirmesini beklemesin.[12]

Yetimlerin mallarıyla ticaret yapın ki zekât, onların mallarını tüketme­sin.[13]

Bu iki hadîsin delil olma noktası şudur: Bu iki hadîs, malın âtıl bırakıldığında zekâtın o malı tüketeceğine delâlet eder. Çünkü her yıl ze­kâtı çıkarıldığında bir müddet sonra o mal nisab miktarından aşağıya düşer. Malın boşa gitmesi veya tükenmesi ancak o malı çalıştırmadan ze­kât vermekle olur. Çocuğun malına zekât düşmeseydi o maldan zekât vermek caiz olmazdı. Çünkü çocuğun velisi onun malını teberru olarak bir yere veremez. Bu da çocuğun malına zekât düştüğüne delâlet eder. Bu hususta deli de çocuğa kıyas edilir. Çünkü deli de çocuk hükmünde­dir.

Hz. Ömer şöyle demiştir: ´Yetimlerin mallarıyla ticaret yapınız ki zekât onu yeyip bitirmesin´,[14]

Hz. Ömer, bir kişiye şöyle demiştir: ´Bizim yanımızda bir yetimin mâlı var ve zekât onu süratle tüketiyor´.[15]

İmam Şafii ve hocası İmam Mâlik´ten gelen bu iki rivayetle istidlal etmek, tıpkı bahsi geçen iki hadîsle istidlal etmek gibidir. İmam Mâlik´in Abdurrahman b. Kasım´dan, onun da babasından rivayet ettiği şu hâdi­sede de bunu teyid etmektedir: ´Aişe hem benim, hem de yetim olan iki kardeşimin velisiydi. Biz onun evinde kalıyorduk. O, bizim malımızdan zekât veriyordu´.[16]

Ayrıca zekât, fıtır sadakasına kıyas edilir. Zira fıtır sadakasının çocuk­lar ve deliler için de verilmesinin vacib olduğunda icma vardır. Çocukluk ve delilik, onlar için fıtır sadakası verilmesinin vacib olmasına engel teşkil etmediği gibi, onların malları nisab miktarını aştığında zekâtın vacib ol­masına da engel teşkil etmemelidir.

Zekâttan maksat, fakirlerin ihtiyacını gidermek, o malda hakkı bulu­nanlara hakkını vermek suretiyle malı temizlemektir. Bunun için de mal sahibinin kimliği değil, müslüman olması (ailesinin müslüman olması) dikkate alınır. Durum böyle olursa delinin de, çocuğun da malına zekât düşer. Zekât malı, fıtır sadakası gibidir. Çünkü ikisi de malî bir haktır.

Zekât, sadece bedenî bir ibadet değildir ki mükellef olma şartı aransın veya mükellef olmamak zekâtın farziyetine tesir etsin. Zekât, malî tarafı ağır basan bir ibadettir ve iktisadî adaletin bir yönünü teşkil eder. Bu bakımdan bu hususta tüm mal sahiplerinin eşit olması gerekir.

Zekâtın Vacib Olduğu Mallar

Zekâtın vacib olmasındaki esas, malın artmasıdır. Bu bakımdan art­maya kabiliyeti olan her mala zekât düşer. Camid (donuk) ve gelişmeyen mallara zekât taalluk etmez. Bunun hikmeti açıktır. Çünkü donuk ve çelişmeyen bir maldan zekât verildiğinde takriben kırk yılda zekât o malı yok eder. Böylece mal sahibi zarara uğramış olur.

Gelişmeye kabiliyeti olan mala gelince, zekât burada gelişmeye tâbi olarak taalluk eder. Malın esasının, zekâttan ötürü yok olma tehlikesi or­tadan kalkar. İşte bu esasa binaen kendisine zekâtın vacib olduğu mallar şunlardır:

1. Altın ve Gümüş

Altın ve gümüşe, ister sikkeli, ister sikkesiz olsun zekât düşer. Bunlar hakikaten veya itibaren mülk sahibinin tasarrufu altına giren maldır. Bun­lar, altın ve gümüşün yerine geçen kağıt paralar ve senetler de olabilir.

Altın ve Gümüşe Zekâtın Vacib Olduğunun Delili

Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele!

(Tevbe/34)

: Keneden (biriktirmekten) maksat, kendisine zekât düşen malı hap­setmektir. Buharî, yukarıdaki ayetin tefsirini îbn Ömer´den şöyle rivayet ediyor: ´Malı biriktirip de onun zekâtını vermeyen kimseye azap vardır´.[17]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Altın ve gümüşün (zekât) haklarını te´diye etmeyen her altın ve gümüş sahibi kıyamet günü olduğunda, o altın ve gümüşleri kendisi için ateşten levhalar haline getirilir, cehennem ateşinde kızdırılır sonra bu kızgın levhalarla böğrü, alnı ve sırtı dağlanır. Bunlar soğudukça azap için tekrar kızdırılır. Bu azaplandırma miktarı elli bin sene olan bir gün içinde, kullar arasında hüküm verilinceye kadar sürer. Neticede o kimse ya cennete veya cehenneme doğru giden yolunu görür (yahut, cennet veya cehenneme doğru giden yol kendisine gösterilir).[18]

Kendisine Zekât Taalluk Eden Altın ve Gümüşün Çeşitleri

a. Gümüşten yapılmış dirhemler, altından yapılmış dinarlar, onlardan meydana getirilen altın ve gümüş sikkeler.

b. Altın ve gümüş külçeler.

c. Kullanmak veya süs için hazırlanan altın ve gümüş eşyalar. Kadınların Zînet Eşyalarında Zekât Yoktur

Zekât düşen süs eşyalarından, kadının süs eşyası istisna edilmiştir. Onlarda zekât yoktur. Örneğin kadının israf sınırına varmayan altın veya gümüş takısına veya erkeğin gümüş yüzüğüne zekât düşmez. Bunun ne­deni, onları süs eşyası olarak kullanmanın onlardaki gelişme sıfatını yok etmesidir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Zînet eşyasında zekât yoktur.[19]

Sahabeden rivayet edilen eserler de bu hükmü teyid etmektedir. İmam Mâlik´in Hz. Aişe´den rivayet ettiğine göre Hz. Aişe, kardeşinin kızlarının velisiydi. Bu yetimler onun yanındaydı. Hz. Aişe onların takılanndan zekât vermiyordu.[20]

Abdullah b. Ömer, kızlarına ve cariyelerine altın takılar yaptırırdı ve bunlardan zekât vermezdi.

. Bir kişi Cabir b. Abdullah´a şöyle sordu:

- Takıda zekât var mı?

- Hayır, yok![21]

Bu hüküm, altın ve gümüşten olup da kullanılması haram olan eşyalar için geçerli değildir. Meselâ bir kişi gümüş yüzükten başka bir takı edinirse veya kullandığı aletleri altın ve gümüşten yaparsa veya duvara asmak için altın veya gümüşten bir levha yaparsa bunlara zekât düşer. Bu eşyalarda gelişme vasfı her ne kadar ortadan kalkmışsa da buna itibar edilmez. Çünkü gelişme vasfını ortadan kaldıran sebebin kendisi haramdır.

Altın ve Gümüşten Yapılan Eşyaları Kullanmanın Haram Olduğunun Delili

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Altın ve gümüş kaplardan içmeyiniz. Altın ve gümüş tabaklar içinde yemeyiniz. Çünkü bu eşya dünyadan onlara (kâfirlere) ait (zînet eşyası)dır, ahirette de bizim olacaklardır.[22]

Diğer kullanım şekilleri de yeme ve içmeye kıyas edilmiştir; yani o kaplarda yemek-içmek yasak olduğu gibi, onları rafa koymak da yasaktır. Nitekim süs için edinmek de kullanmaya kıyas edilmiştir. Çünkü süs için edinmek, kullanmaya sevkeder. Şârî ise buna izin vermemiştir. Buradaki asıl, haram olmasıdır. Bu da hem kadınları, hem de erkekleri eşit şekilde bağlayıcıdır.

2. Zekâtın vacib olduğu mallardan ikincisi en´âmdır.

En´âmdan maksat, deve, sığır ve koyunlardır."Keçi de kovuna ilhak edilmiştir.

Bu hayvanlarda zekâtın vacib olduğuna dair delil şudur:

Enes b. Mâlik´ten rivayet edildiğine göre Hz. Ebubekir, kendisine bir mektup yazarak onu Bahreyn´e gönderdi. O mektubun başında şöyle yazıyordu:

Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Rasûlullah´ın müslümanlar üzerine farz kıldığı sadaka farizesidir. Müslümanlardan bunu gereği gibi isteyene onu verin, bundan daha fazlasını isteyene vermeyin![23]Bu, uzun bir rivayettir. Devamında zekât düşen malların cinsleri zik­redilmiş, nisabları açıklanmış, ne kadar zekâtın vacib olduğu belirtilmiştir. Bunları kitabımızın çeşitli yerlerinde inceleyeceğiz, açıklamaları da orada yapılacaktır.

3. Ziraî mahsuller ve meyveler

Ziraî mahsullerin ve meyvelerin, halkın normal durumlarda çürüme­den azık edinebildikleri kısımlarına zekât düşer. Meyvelerden yaş hurma ile yaş üzüm, ziraî mahsullerden de buğday, arpa, pirinç, mercimek, no­hut ve mısır gibi yiyecekler bu kışıma girer. Sadece kıtlık zamanlarında azık edinilen yiyecekler zekât hususunda dikkate alınmazlar.

Ziraî Mahsullerde Zekâtın Vacib Olduğunun Delili

Herbiri mahsul verdiği zaman mahsulünden yeyin. Devşirme gü­nünde hakkını verin. (Enıâm/l4l)

İbn Abbas´tan rivayet edildiğine göre ayetteki ´hak´tan maksat, ze­kâtını vermektir.

Ey iman edenler! Kazandıklarınızdan ve sizin için yerden bitirdikle­rimizin iyilerinden sarfedin.

(Bakara/267)

İleride bu hususta -Allah dilerse- zikredilecek daha birçok delil vardır. Bu ayetin bu konuya mahsus olduğuna şu hadîs delâlet eder:

Hurmaların tahmini gibi onlara da tahmin yapılır ve bilâhere hur­manın zekâtı kuru hurma olarak ödenir.[24]

Hz. Peygamber, Ebu Musa el-Eş´arî ile Muaz b. Cebel´i, İslâm´ı öğretmek üzere Yemen´e gönderirken kendilerine şöyle buyurdu:

Zekâtı; ancak arpa, buğday, kuru üzüm ve kuru hurmadan alın.[25]

Yine Hz. Peygamber salatalık, kavun ve nar´ın zekâtının olmadığını söylemiştir.[26]

Hadîsin metninde geçen el-kâdıb daha yaşken kesilip yenen bir bit­kidir.

Genellikle azık edinilen yiyecekler, arpa ve buğdaya kıyas edilmiştir. Çünkü azık edinmek, hayat için zaruridir. Bu bakımdan ihtiyaç sahipleri için, o yiyeceklerden bir hak ayrılması vacib olmuştur.

4. Ticaret mallan

Buradaki ticaretten maksat, bir malı karşılıklı olarak kâr maksadıyla değiş-tokuş yapmaktır. Bu da malın belli bir çeşidine mahsus değildir. Kâr amacıyla karşılıklı değiş-tokuş yapılan mallar, ticaret mallarıdır.

Ticaret Mallarında Zekâtın Vacib Olduğunun Delili

Ey iman edenler! Kazandıklarınızdan ve sizin için yerden bitirdikle­rimizin iyilerinden sarfedin. (Bakara/267)

Mücahid ´Bu ayet ticaret hakkında nazil oldu´ demiştir. Bunun an­lamı ´Ticaret yoluyla kazandığınız mallardan zekât verin!´ demektir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Devede, sığırda, koyunda ve kumaşta zekât vardır.[27]

Hadîsin metninde geçen el-beden maksat, satılmak için hazırlanan kumaşlardır. Ticaret için hazırlanan diğer mallar da buna kıyas edilmiştir

Semure b. Cündüb şöyle demiştir: ´Hz. Peygamber, bize satış iÇin hazırladığımız mallardan sadaka (=zekât) vermemizi emrediyordu´.[28]

Ticaret Mallarında Zekâtın Vacib Olmasının Şartları

Elde edilen malların ticaret malı olması ve o mala zekâtın vacib ol­ması için aşağıdaki şartların tahakkuk etmesi gerekir:

a. Alışveriş, icare, mehir ve benzeri gibi bir bedel karşılığı elde edilen bir mal olması.

Miras, vasiyet veya hibe yoluyla elde edilen mal ticarî mal sayılmaz.

b. Mal elde edildiği anda onunla ticaret yapmaya niyet edilmesi ve bu niyetin devamlı olması.

Kişi malı elde ettiğinde o mal ile ticaret yapmaya niyet etmezse, o mal ticarî mallardan sayılmaz. Hatta aldığı anda değil de daha sonra niyet etse bile o mal. yine ticarî mallar kapsamına girmez. Ticaret amacıyla alman, fakat daha sonra kendisi mülk edinilip ticaret yapılmamaya niyet edilen mala da zekât düşmez.

Maden ve Rikaz

Bunlardan maksat, yer altından çıkarılan altın ve gümüştür. Eğer çıkarılan madde, karışık olduğu diğer maddelerden tasfiye edilirse bu maden´dir. Eğer çıkarılan madde, İslâm´dan önce para olarak kullanılan bİrşey ise bu da rikazfdır. Fakat İslâm´dan sonra yere gömülmüş olduğu sabit olursa, bu ´zayi olan mallar´ kapsamına girer. Bunun özel kısımları vardır ve Lukata konusunda tafsilatlı olarak açıklanacaktır.

Madenlerde Zekâtın Vacib Olduğunun Delili

Hz. Peygamber ´el-Kabeliyye´ denilen beldenin madenlerinden zekât almıştır. Bu yer Mekke ile Medine arasında bulunan ´el-Furğ´ isimli köyün nahiyesidir.

İmam Nevevî ´Arkadaşlarımız, madenlerde zekâtın vacib olduğu hu­susunda ümmetin ittifak ettiğini söylemişlerdir´ demiştir.[29]

Rikaz´da Zekâtın Vacib Olduğunun Delili

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Define mallarında beşte bir nisbetinde zekât vardır.[30]

Rikaz ve maden de altın ve gümüş olmakla beraber biz onları zekât mallarından ayırıp müstakil bir çeşit olarak dikkate aldık. Çünkü onların kendilerine mahsus hükümleri vardır. Bunların, senenin geçmesi ve yüz-deleriyle ilgili hükümleri ileriki fasıllarda incelenecektir. Bu yüzden bun­ları zekât düşen mallardan ayırarak müstakil bir çeşit olarak inceledik. Fakat maden ve rikaz, gerçekte altın ve gümüş kapsamındadır.

Malların Nisabları ve Zekâtın Vacib Oluşu

Zekât düşen malların çeşitlerini daha önce zikretmiştik. Nisab, zekât düşen malın en az sınırıdır. Nisab miktarına ulaşmayan mala zekât düşmez. Her malın, zekât düşmesi için belli ve kendine mahsus bir ni­sabı vardır. Bunları teker teker inceleyelim.

1. Altın ve Gümüşün Nisabı

20 miskale ulaşmayan altına zekât düşmez. 200 dirheme ulaşmayan gümüşe de zekât düşmez. Buna göre altının nisabı 20 mıskal, gümüşün nisabı da 200 dirhem olmaktadır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Senin 200 dirhemin olur da üzerinden sene geçerse, ona 5 dirhem zekât lâzım gelir. 20 miskal olmadıkça altından zekât lâzım gelmez.

Senin 20 mıskal altının olur ve üzerinden sene geçerse yanm dinar zekât lâzım gelir. Bundan fazla olduğunda fazlanın hesabına düşen verilir.[31]

5 ukiyeden az olan gümüşte zekât yoktur.[32]

Hadîsin metnindeki verik kelimesi, gümüş demektir. Evak ise ev-kiye´nin çoğuludur ve 40 dirhem demektir.

Miskal Nedir?

Şu an mâruf olan iki çeşit miskal vardır:

a. Acem miskali.

Bu miskal, 4.8 grama eşittir. 20 miskal, % grama eşittir.

b. Irak miskali.

Bu da 5 grama eşittir. Bu bakımdan 20 miskal, 100 grama denktir.

Bu hususta, ikisinden en az olana, yani 96 grama itibar etmek daha ihtiyatlıdır. Çünkü fakirin maslahatı bununla daha iyi gözetilmiş olur. 1 gram altının değeri, Türk parasıyla 100.000 TL. olursa, nisab miktarı bu­günkü fiyatla çarpıldığında 9.600.000 TL. olur. Altının fiyatı, normal değişmelerde bu şekilde dikkate alınır. Ancak normal olmayan durumlar­daki fiyatı dikkate alınmaz.

Dirhem Nedir?

10 dirhemin, tartıda 7 miskale eşit olduğunda ittifak edilmiştir. Yani 10 dirhem 33.6 grama denktir. Bu birinci ihtimal kabul edildiği takdirde böyledir. Bu bakımdan 200 dirhem, 672 gram altın veya gümüşe denktir. İslâm tarihine baktığımızda, İslâm´ın başlangıcında 200 dirhem gümüşün, 20 miskal altına denk olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre de 20 miskal altın ile 200 dirhem gümüş nisab miktarı sayılıyor ve zekât vacib olu­yordu. Sonra altının değeri değişerek 20 miskal altının kıymeti, 200 dir­hem gümüşün kıymetini çok aştı. Şu anda da durum böyledir. Her iki ih­timale binaen de kağıt para edinen kimse onu gümüşün bedeli olarak dikkate alabilir, Bu. durumda 96 gram altına bedel olduğunda ona zekât vacib olur. Eldeki para 672 gram gümüşe denk ise, en ihtiyatlı yol şudur:

Fakirler için, altın ve gümüşe göre takdir edildiğinde hangisinin daha ya­rarlı olduğu dikkate alınmalıdır. Ancak bu şekilde yapıldığında, Allah katındaki zekâtın ödendiği kanaatine varılabilir. Gümüşe göre takdir edildiğinde, altına göre nisab miktarı düşer ve az malda zekât vacib olur. Bu durumda müslüman gümüşe göre takdir etmeli ve zekâtını ödemeli­dir. Böylece zimmet-i beraet etmelidir.

Nisab miktarına ulaşan altın ve gümüşte zekâtın vacib olmasının şartı, üzerinden 1 senenin geçmiş olmasıdır.

Altın veya gümüş, nisab miktarına ulaştığında, zekâtın vacib olması için bu malın, mükellefin eline geçtiği andan itibaren üzerinden 1 sene­nin geçmesi gerekir. Bu müddet zarfında nisab miktarından aşağı düşmemelidir.

Bunun delili, Hz. Peygamber´in şu hadîsidir:

Üzerinden sene geçmedikçe hiçbir mala zekât yoktur.[33]

Mal, nisab miktarından aşağı düştüğünde, isterse senenin bir gü­nünde veya senenin bir saatinde düşmüş olsun, tekrar artıp nisab mik­tarına ulaştığı zamana kadar nisab miktarına ulaşmış kabul edilmez. Tekrar nisab miktarına ulaşıp bütün sene boyunca hiç düşmeden kaldığında zekât vacib olur.[34]

Altın ve Gümüşte Vacib Olan Zekâtın Nisbeti

Nisab miktarına veya fazlasına ulaşan altın veya gümüşün üzerinden 1 sene geçmişse, yukarıda sözügeçen şart da tahakkuk etmişse, malın ta­mamında % 2.5 (=1/40) zekât vardır.

Bunun delili, daha önce bahsi geçen hadîstir. Ayrıca Hz. Ebubekir´in mektubunda yazılı olan şu hükümdür: ´Rükka´da % 2.5 (=1/40) vardır´.

Buradaki rükka´dan maksat gümüştür.

Zekât Mallarını Değiştirmek veya Onlarda Tasarruf Etmek

Paranın zekâtının para olarak verilmesi gerektiğinde ihtilaf yoktur Mükellef zekâtını idareciye veya vekiline verdikten sonra, onlar o zekâtı hak sahiplerine vermeden önce değiştirmeye yetkili değillerdir; yani para olarak aldıkları zekâtı, para olarak sahiplerine dağıtmaları gerekir.

Nevevî şöyle der: "Arkadaşlarımız ´Ne idarecinin, ne de zekât memu­runun, zekât mallarından herhangibir şeyi, ortada bir zaruret olmaksızın satmaya yetkisi yoktur. Alınan zekâtı, olduğu gibi hak sahiplerine dağıtmak mecburiyetindedirler. Çünkü zekât verilen kişiler, vâsi ve veliye ihtiyaçları olmayan aklı başında kimselerdir. Bu bakımdan onların hakkı olan birşeyi, onların iznini almadan değiştirmek veya satmak caiz olmaz´ demişlerdir".[35]

İmam Nevevî´nin kasdettiği zaruret şekli şöyle olabilir: Alınan zekâtın telef olmasından veya hak sahiplerine ulaşıncaya kadar bozulmasından endişe edilir veya hak sahiplerine ulaştırmak için paraya ihtiyaç duyul­ması sözkonusu olursa, idareci bu durumda malların bir kısmını satar, gerisini götürür. Ancak böyle bir zaruret olduğunda zekât malı değiştirilebilir veya satılabilir.

Bu fetvaya binaen hayır cemiyetlerini idare edenlerin dikkatini çeki­yoruz. Zekât diye aldıkları paraları ´Talebelerin maslahatına daha uygun­dur´ diye gıda maddeleriyle veya başka maddelerle değiştiremezler. Ancak o zekât hak sahiplerine verildikten sonra onda tasarruf edebilirler. Bu mallan ne kendileri için, ne de aileleri için kullanamazlar. İhlas sahibi olanlara tavsiyemiz, eğer ecir ve sevap almak istiyorlarsa, Şârî´nin em­rettiği gibi davranmaktan kaçınmamalıdırlar. Allah´ın şeriatında zan ve batıl tasavvurlara sapmamahdırlar. Kendilerini, Allah´ın veli kılmadığı kim­seler üzerine veli kılmamahdırlar. Nevevî´nin büyük âlimlerden naklettiği bu fetvaya yapışmalıdırlar. Zekâta müstehak olan kimseler reşid kimseler­dir, dolayısıyla herhangibir kimse onların velisi olamaz. Bu bakımdan onların hakkı olan zekâtta, onların eline geçmeden önce kendiliklerinden tasarruf yapamaz ve onların izni olmadan dağıtamazlar. Onların izinleri de mal ellerine geçtikten sonra dikkate alınır. Onlar haklarını bizzat aldıktan sonra başkalarına izin verebilirler.

Nevevî, Şafii âlimlerinin şöyle dediğini nakleder: ´Eğer deve, sığır ve­ya koyunun zekât verilmesi gerekiyorsa, mal sahibi onu satarak parasını zekât olarak veremez. Bu hususta ihtilaf yoktur. Hak sahiplerini bir araya toplayıp deveyi kendilerine teslim etmesi gerekir Onlar isterlerse deveyi satar, parasını paylaşırlar. Cumhura göre İmam´ın hükmü de böyledir´[36]

Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız: Zekât, bir ibadettir, ibadette de reyin yeri yoktur. İctihad ancak dar sınırlar dahilinde olur. Bunun için fakihler burada nasslann sınırında durmuş ve nasslara muha­lefette bir maslahat olduğu vehmine kapılmamışlardır.

Nevevî, İmam Harameyn´den şöyle naklediyor: ´Arkadaşlarımızın iti-mad ettiği esas şudur: Zekât, insanları Allah´a yaklaştıran malî bir ibadettir. Böyle olan herşeyde Allah´ın emrine tâbi olmak gerekir. Bir kişi vekiline falan elbiseyi almasını emretse, vekil, müvekkilinin yararına da olsa başka bir elbise alamaz. Bu bakımdan Allah´ın emriyle vacib olan bir emre ittiba evladır´.[37]

2. En´âm´ın Nisabı ve Vacib Olan Zekâtın Miktarı

En´âm´dan maksadın, deve, sığır ve koyun olduğunu zikretmiştik. Develer 5 adet olunca nisab miktarına ulaşmış olur, 5´ten az olan deve­lerde zekât yoktur. Develerin sayısı arttıkça zekâtları da ona göre artar.

Devenin Nisabı

Nisab
Miktar

5fden 9´a
1 koyun

10´dan 14´e
2 koyun

15´den 19ra
3 koyun

20´den 24´e
4 koyun

25´den 35´e
1 deve (iki yaşında)

36´dan 45´e
1 deve (üç yaşında)

46´dan 60´a
1 deve (dört yaşında)

6l´den75´e
1 deve (beş yaşında)

76´dan 90´a
2 deve (iki yaşında)

91´den 120´ye
2 deve (dört yaşında)

Develer fazlalaştıkça her 40 deve için üç yaşına basmış 1 dişi deve her 50 deve için dört yaşına basmış 1 dişi deve verilir. Eğer deve sayısı 170´e ulaşırsa onlarda, üzerinden 1 sene geçtikten sonra iki yaşını dol­durmuş 3 dişi deve ve üç yaşını doldurmuş 1 dişi deve zekât olarak veri­lir. 170 devede üç tane 40, bir tane de 50 vardır.

? Bu Hükümlerin Delili

Hz. Ebubekir, Enes´i zekât toplamak için Bahreyn´e gönderirken şu mektubu yazdı:

Rahman ve rahim Allah´ın adıyla! Bu, Peygamber´in muslümanlar üzerine farz kıldığı zekâttır. Allah" onu, rasûlüne emretmiştir. Kim onu gerektiği şekilde isterse ona verin her kim de fazlasını isterse ona da vermeyin. 24 ve daha aşağı olan develerin zekâtı koyun olarak verilir. Her 5 deve için bir koyun. Develer 25´e ulaştı mı, 25ften 35´e kadar 2 yaşma basmış bir dişi deve verilir. Eğer 2 yaşına basmış dişi deve yoksa, 2 yaşına basmış bir erkek deve verilir. Develer 3ö´ya ulaştığında 45´e kadar 3 yaşma basmış dişi bir deve verilir. 46´dan 60´a kadar olan develerde 4 yaşma basmış dişi bir deve verilir. 61´den 75re kadar 5 yaşına basmış dişi bir deve verilir. 66´dan 90´a kadar olan develerde 3 yaşma basmış iki dişi deve verilir. 91´den 120´ye kadar olan develerde 4 yaşına basmış iki dişi deve verilir. Bunlar kendilerini erkek deveye teslim edecek hale gelmiş olmalıdırlar. 120´den fazla olan develerde her 40 deve için 3 yaşına basmış dişi bir deve ve her 50 deve için 4 yaşına girmiş bir dişi deve verilir.1

Sığırın Nisabı

Sığırın nisabı ise otuza ulaşmasıdır. Sığırların sayısı arttıkça zekât oranı da artar. Sığırların zekâtı, aşağıdaki şekildedir:

Nisab
Miktar

30´dan 39ra
1 erkek veya dişi buzağı (bir yaşında)

40´dan 59´a
1 dişi buzağı (iki yaşında)

60´dan 69´a
2 buzağı (bir yaşında)

Buharî/1386

Zekât

307

70´den 79´a
1 dişi buzağı (iki yaşında), 1 erkek buzağı (bir yaşında)

80´den 89´a
2 dişi buzağı (iki yaşında)

90´dan 99´a
3 erkek buzağı (bir yaşında)

100´den 109´a
1 dişi buzağı (iki yaşında), 2 erkek buzağı (bir yaşında)

110´dan 119´a
2 dişi buzağı (iki yaşında), 1 erkek buzağı (bir yaşında)

Sığırların sayısı arttıkça her 30 sığırda bir yaşında erkek bir buzağı, her 40 sığırda iki yaşında dişi bir buzağı verilir.

Bu Hükümlerin Delili

Bunun delili Muaz´ın rivayet ettiği şu hadîstir: ´Hz. Peygamber beni Yemen´e gönderdi. Bana her 30 sığırdan, bir yaşında erkek veya dişi bir sığır, her 40 sığırdan İki yaşında bir dişi sığır almamı emretti´.[38]

Koyunun Nisabı

Kırka ulaşmayan koyunların zekâtı yoktur. Kırka ulaştığında zekât olarak bir koyun verilir. Koyunların sayısı arttıkça zekât oranı da artar. Koyunların zekâtı aşağıdaki şekildedir:

Nisab
Miktar

40fdan 120´ye
1 koyun (bir yaşında) veya 1 keçi (iki yaşında)

121´den 200´e
2 koyun

201´den 300´e
3 koyun

Bundan sonra her yüz koyun için bir koyun zekât verilir.

Bu Hükümlerin Delili

Bunun delili, Hz. Ebubekir´in Enes´i gönderirken yazmış olduğu şu mektuptur:

Otlatılan koyunlar 40´a ulaştığında 120´e kadar 1 koyun zekât düşer. 120´den 200´e kadar olan koyunlarda 2 koyun, 200´den 300´e kadar . olan koyunlarda 3 koyun, 300´den fazla olan koyunlarda her 100 ko­yun için 1 koyun zekât verilir. Eğer otlatılan koyunlar 40rdan az ise, 39 bile olsa onlara zekât düşmez. Ancak mal sahibi isterse verebilir.[39]

Hayvanlarda Zekâtın Vacib Olmasının Özel Şartları

Zekâtın vacib olmasının genel şartlarını açıklamıştık. Ancak hayvan­larda zekâtın vacib olması için birtakım özel şartların daha bulunması ge­rekir. Bu şartlar aşağıdadır:

1. Zekât düşmesi için hayvanın otlaması gerekir.

Hayvan senenin çoğunu otlayarak geçirmelidir. Yaşamı otlamaktan başka birşeye bağlı olmamalıdır. Çünkü yukarıda bahsi geçen hadîste bu husus belirtilmiştir.

2. Hayvan çalıştırmak için değil, sütü, yavrusu ve eti için edinilmiş olmalıdır.

Çalıştırmak için edinilmiş hayvanlara zekât düşmez. Bunun delili, Hz. Peygamber´in şu hadîsidir:

Çalışan sığırlarda zekât yoktur.[40]

Diğer çalışan hayvanlar da sığıra kıyas edilmiştir.

3.. Sene içinde dünyaya gelen yavrular, üzerinden bir sene geçme şartından istisna edilir.

Bu durumda annelerinin üzerinden bir sene geçmesi şartı yavrularda yoktur, onlar annelerine tabidirler. Zekât senesi dolmak üzereyken dünyaya gelen yavrular da anneleri gibi zekâta tabidirler.

3. Ziraî Mahsuller ile Meyvelerin Nisabı ve Onlarda Vacib Olan Zekât Miktarı

Ziraî mahsuller ile meyvelerin nisabını daha önce açıklamıştık. Bunların Kur´an ve Sünnet´ten delilleri de orada zikredilmişti. Şimdi ziraî mahsul ve meyvelerde zekâtın vacib olmasının şartlarını izah etmeye çalışalım.

Ziraî mahsul ve meyveler, kabukları ayrıldıktan, toprak ve çamurları temizlendikten sonra yaklaşık 5 vesk olmalı ki zekât vacib olsun. Eğer meyve kurutuluyorsa kurutulduktan sonra 5 veya 6 vesk´e ulaşırsa veya daha fazla olursa zekât vacib olur. Çünkü Hz. Peygamber şöyle bu­yurmuştur:

5 vesk´ten aşağı olan miktarda zekât yoktur.[41]

5 vesk´e ulaşmayan dane ve hurmada zekât yoktur.[42]´

Vesk Nedir?

Vesk bir tartı ölçüsüdür. Hz. Peygamber onu, kendi zamanındaki Medine sa´larından 60 sa1 ile takdir etmiştir. Yukarıda sözügeçen İbn Hibban´ın rivayet ettiği hadîste şu ibare vardır: ´Vesk 6 sa´, sa´ ise 4 müd´dür´., Dairet´uI-MâariPil-İsIâmî isimli kitapta 1 sa´, 3 litre olarak takdir edilmiştir. Bu takdire göre 1 vesk, 180 litre olur. Buna göre ziraî mahsul ve meyvelerin nisabı, 900 litre olur.

Ziraî Mahsuller ve Meyvelerde Vacib Olan Zekât Miktarı

Ağaçlar gibi yağmur suyundan veya nehir suyundan hiçbir masraf yapmadan beslenen mahsul ve meyvelerden -eğer nisab miktarına ulaşmışsa- 1/10 zekât vardır. Bu bakımdan her 300 sa´dan -ki nisabın en azıdır- 30 sa´, her 900 litreden 90 litre zekât verilir. Eğer mahsul, su taşınarak sulanıyorsa, bu, mahsul sahibine bir masraf getirdiği için bunun zekâtı 1/20´dir.

Bunun delili, şu hadîslerdir:

Yağmur, çeşme ve nehir suyundan kendiliğinden suyunu alan mah­sullerde 1/10, su taşınarak sulanan mahsullerde ise 1/20 zekât vardır.[43]

Nehir ve yağmur suyu ile elde edilen toprak mahsullerinde 1/10 nis-betinde, hayvan çalıştırılarak sulanan mahsullerde 1/20 nisbetinde vergi vardır.[44]

Suyu kökleriyle kendiliğinden çeken ürünlerde 1/10 nisbetinde vergi vardır.[45]

Ziraî Mahsul ve Meyvelerde Zekâtın Vacib Olma Vakti

Zekâta tâbi olan mahsuller olgunlaştıktan sonra zekât vacib olur. Tüm mahsulün olgunlaşıp kuruması şart değildir; bir kısmının olgunlaşıp kuruması yeterlidir. Meyveler ise yenmeye elverişli hale geldiklerinde ze­kât vacib olur. Meyvelerinde bir kısmının yenmeye elverişli olması, tümü­nün elverişli olması anlamına gelir. Meyvelerin yenmeye elverişli olması için tanelerin olgunlaşıp kuruması şart koşulmuştur. Çünkü bu duruma gelmeden önce azık sayılmazlar. Mahsul ve meyveler kuruyup ol­gunlaştığında zekâtlarını hemen vermek vacib değildir. Meyvelerin zekâtı, üzüm ve hurmalar kurutulduktan sonra verilir. Şu hadîs buna delâlet eder: ´Mahsul, toplanıp temizlendikten sonra zekâtı verilir´.[46]Devşirme gününde hakkını yerin. (En´âm/141)

Zekâtın Vacib Olduğu Mahsul ve Meyveleri Satmanın Hükmü

Zekâtın vacib olduğu mahsul ve meyvelerin satışı batıldır. Ancak mahsul ve meyve zekât memuru tarafından kuru üzüm veya kuru hurma olarak takdir edilmişse satış sahih olur. Çünkü takdir etmek, mal sahibini zekât miktarına zamin kılmak demektir. Yemek, hibe etmek veya telef et­mek gibi her tasarruf satmak gibidir. Bu durumda mal sahibi zekâtı mik­tarı kadar borçlu olur. Eğer zekât verilmeden malda tasarruf etmenin ya­sak olduğu biliniyorsa günahkâr olur.

Buna göre idarecinin yapması gereken şey şudur: Mahsul ve meyve­lerde zekât vacib olduğunda adam gönderip tahmin (ekspertiz) yaptırma­ktır. Çünkü bu hususta Attab b. Esid´in rivayet ettiği ve yukarıda sözü geçen hadîs vardır. Eğer idareci malı tahmin ettirmezse, mal sahibi iki adil kişiye malını tahmin ettirerek zekât miktarını tesbit ettirir. Bundan sonra zekât miktarından geriye kalan mâlında istediği gibi tasarruf edebi­lir.

Mal Yerine Malın Değerini Zekât Olarak Vermek

Daha önce hayvanların zekâtının, yine hayvanlardan verilmesi ge­rektiğini zikretmiştik. Şârî, onların herbirini belirtmiştir. Zekât, Allah´ın hakkıdır ve hak sahiplerine sarfedilir. Bu bakımdan mal yerine, onun değerini vermek caiz değildir. Buna göre hayvanların zekâtını, yine hay­vanlardan vermek farzdır. Nitekim bu hususu delilleriyle beraber zik­retmiştik. Ziraî mahsuller için de hüküm böyledir. Çünkü Şârî ´Yağmurun suladığında 1/10 vardır´ dediğinde hakkı, onlardan çıkana bağlamıştır. Ancak zaruretten ötürü bazı haller bu hükümden istisna edilir. Meselâ 5 devesi olduğu için kendisine 1 koyun zekât düşen kişi, bulunduğu mem­lekette koyun bulamadığı zaman koyunun değerini zekât olarak verir. Böylece fakirler, beklemekten dolayı zarar görmezler. Eğer mal sahibi ze­kât düşen mallarını gizler, idareci de onun başka mallarını bulursa, giz­lediği malların zekâtını bulduğu mallardan alır.

4, Ticaret Mallarının Nisabı ve Vacib Olan Zekât Miktarı

Ticaret mallarının, kâr amacıyla değiş-tokuş yapılan mallar olduğunu söylemiştik. Bunlar ister altın, gümüş, tahıl, meyve ve hayvanlar gibi zekât sınıflarının aslı olsun, ister kumaş, mamul maddeler, arazi, kar ve ok gibi maddeler olsun, bunların tümünde -nisab miktarına ulaşıp şartlan oluştuğunda- zekât vardır. Ticaret malları; nisab, zaman ve zekât miktarı açısından altın ve gümüşe kıyas edilir; yani ticari mallar, halk arasında te­davülde olan para ile takdir edilir. Eğer kıymeti 96 gram altına veya 200 dirhem gümüşe denk olursa, o mala zekât vacib olur. Kişi malını altın veya gümüşten istediğiyle kıymetlendirebilir. Ancak malını hangisiyle almışsa ona göre takdir etmesi vacib olur. Ticarî mallarda dikkate alınacak husus, ticarete başlandığı günün senesinde nisab miktarına ulaşmış olmasıdır. Bu bakımdan ticarete başlandığında malın nisab mik­tarına ulaşması dikkate alınmaz. Senenin sonuna kadar nisab miktarından düşmeme şartı yoktur. Bundan anlaşılıyor ki ticarî malların zekâtındaki ´sene´den maksat, kişinin o malları ticaret niyetiyle aldığı günden itibaren kamerî bir senenin geçmiş olmasıdır. Bu hükümlere binaen tüccar bir kimse elindeki ticaret mallarını altın ve gümüşü esas alarak kıymetiendirmelidir. Eğer nisab miktarına ulaşırsa bu malların 1/40´ni zekât olarak vermelidir.

Kıymetlendirilmesi vacîb olan ticarî mallara, evin eşyası ve bu mânâ­da olan eşyalar dahil değildir. Fabrika ve işyerinde bulunan aletler de . dahil değildir. Çünkü bu aletler satış için alınmamıştır. Bunların değeri ne kadar olursa olsun bunlarda zekât sözkonusu değildir.

Sene sonunda kıymetlendirilmesi gereken mallara, sermaye, kârla be­raber girer; yani sermaye ve kârın tümü hesaplanarak zekâtı verilir. Eğer kıymeti 1000 Suriye lirası olan birşey ticarete başlarsa, senenin sonunda kıymeti 5000 Suriye lirası olursa tümünün zekâtını vermek caizdir.

Ticarî Mallarda Farz Olan Zekâtın Miktarı

Ticarî malların üzerinden bir yıl geçtiğinde, o malın memlekette kul­lanılan paraya göre değerlendirileceğini öğrenmiş olduk. Eğer malın değeri nisab miktarına ulaşmışsa, % 2.5 zekât farz olur.

Ticarî Malların Zekâtı Mallardan mı, Malın Değeri Olan Paradan mı Verilir?

Bu hususta Şafii mezhebinde üç görüş vardır:

a. Ticarî malların zekâtını, kendisine göre değerlendirilen paradan (altın veya gümüşten) vermek farzdır.

Bu durumda ticarî malların bir kısmını zekât olarak vermek yeterli olmaz. Çünkü ticarî malların bizzat kendileri, zekâta tâbi olan mallar değildir. Onlara zekât düşmesi, ancak ticaret sebebiyle olmuştur. Zekât da mal hangi paraya göre değerlendirilin işse o para ile verilir. Bu görüş, bugün uygulanan görüştür.

b. Zekâtın vacib olmasının sebebi mal olduğu için ticarî malların biz­zat kendilerinden zekât verilir, malın değerini zekât olarak vermek yeterli olmaz.

c. Kişi ister maldan, isterse de malın değerinden zekât verir. Çünkü zekât hem mala, hem de paraya bağlanır. Öyle ise onların her ikisi de zekâtın vacib olmasının sebebidir.

? Bir Uyarı

Bununla beraber uygun olan şudur ki eğer ticarî malların bizzat kendilerinden zekât verilmesi caiz görüldüğü takdirde elde bulunan ticarî malların zekâtını % 2.5 nisbetinde vermek vacibdir. Kıymet bakımından düşük, ayıplı veya pazarı olmayan mallan zekât olarak vermek yeterli ol­maz.

5. Maden ve Rikaz´ın Nisabı ve Vacib Olan Zekâtın Miktarı

Maden ve rikaz´m ne olduğunu açıklamıştık. Burada tekrar edilme­sine gerek yoktur. Burada gerekli olan şey, onların nisabını ve zekât mik­tarlarını bilmektir.

Madenin nisabı, altın ve gümüşün nisabı gibidir. Ancak madende zekâtın vacib olması için üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Maden çıkarılır çıkarılmaz zekâtı verilmelidir. Kişi altın veya gümüşü madeninden çıkardığında nisab miktarına ulaşmış durumdaysa hemen zekâtını öşrün 1/4 nisbetinde vermelidir.

Rikaz´ın nisabı da altın ve gümüşün nisabı gibidir. Buna da zekât düşmesi için üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Mâdenden çıkarıldığında zekâtı verilmelidir. Ancak rikaz´da vacib olan zekâtın mik­tarı 1/5´dir.. Bunun delili, şu hadîstir:

Define mallarında 1/5 nisbetinde zekât vardır.[47]

Rikaz, zekât düşen diğer çeşitlerden ayrıdır. Çünkü rikazı mülk edin­menin fazla bir külfeti, önemli bir masrafı yoktur. Bu yüzden rikaz´da fa­kirlerin hakkı daha fazladır. Madenlerin ve rikazin üzerinden bir yıl geç­mesi şart değildir, ikisi de yerden çıkarılmaktadır. Bunlar buğday mesabe­sindedir. Nasıl ki buğday olgunlaşıp temizlendikten sonra hemen zekâtı veriliyorsa, bunlar da öyledir.

Ortak Malın Zekâtı

Şirket veya benzeri bir yolla birbirine karışan ve iki kişiye ait olan mallar iki kısma ayrılır:

I. Bizzat malların birbirine karışmış olması.

Bundan maksat, nisab miktarına ulaşan veya daha fazla olan ve iki kişiye ait olan maldır. Bu malın üzerinden bir sene geçmiştir, satın almak, miras veya başka yollarla elde edilen bu mal tek cinstir.

İbn Hacer şöyle diyor: Bu iki mal, ayırdedilmeyecek şekilde birbirine .karışmış olmaktadır1, sözgelimi iki kardeşe babalarından 40 koyun miras olarak kalır veya iki kişi ortak olarak 40 koyun satın almışlardır. Bu iki kişinin herbiri her koyunun yarısına sahiptir. Öyleki ´şu koyun bunun, şu koyun da ötekinin´ denemez. Böylece herbiri miras kalan, satın alınan eşya, mal veya arazinin belli olmayan bir şekilde yarısına sahiptir.

II. Komşuluk veya sıfatların karışması.

Bundan maksat şudur: Zekâtla mükellef olan iki kişinin malda, müşterek olmayan bir nisabları vardır. Aralarında sadece komşuluk vardır. Bu durumda iki malın birbirine katılmadığı, birbirinden ayrı ve belli olduğu kabul edilir.

Birbirine Karıştırılmış İki Malın Zekâtı Nasıl Verilir?

Birbirine karışmış iki mal, hangi cinsten olursa olsun bir kişinin malı gibi kabul edilerek zekâtı ona göre verilir; yani iki malın toplamı nisab miktarına ulaşıp üzerinden bir yıl geçerse zekât vacib olur. Her iki mal sahibinin hissesi ayrı ayrı olduğunda nisab miktarına ulaşmasa da karışık malda zekât, malın toplamına göre takdir edilir. Malın toplamı nisab mik­tarına ulaştığında zekât lazım gelir.

Bunun delili, daha önce bazı parçaları nakledilen hadîsin şu bölü­müdür:

Ayrı olan mallar zekât korkusuyla cemedilemez, cemolmuş mallar da ayrılamaz.[48]

Bu hadîsin anlamı şudur: İki ayrı mal, zekât alınmak için birleştirile­mez. Birbirine karışmış iki mal da zekât vermemek için ayrılamaz.

Bu hüküm bazı durumlarda malda zekâtı vacib kılar. Eğer ayrı ayrı olup birbirine karıştırılmamış olsalardı, onlarda zekât vacib olmazdı. Nitekim bazı durumlarda da malları karıştırmak zekât nisbetini azaltır. Nisab miktarına ulaşan mallar karıştırılmamış olsaydı zekâtları daha fazla olurdu.

Birincisinin misali şudur: İki şahıs bir sene müddetle 40 koyuna sa­hiptir. Zekât, bu iki şahsın ortak malı olan 40 koyuna düşmektedir. Eğer bu iki kişinin malları ayrı olsaydı her ikisine de zekât düşmezdi. Çünkü herbirinin payı, nisab miktarından azdır.

İkincisinin misali de şudur: İki şahsın 80 koyunu bulunmaktadır. Herbirinin 40 koyunu vardır. Bunların üzerinden 1 sene geçtiğinde zekât olarak 1 koyun vermeleri gerekir. Çünkü birbirlerine karışmışlar, tek bir mal durumuna gelmişlerdir. Oysa bunlar ayrı olsalardı herbirine zekât olarak 1 koyun vermek vacib olurdu ve böylece 1 koyun yerine 2 koyun zekât verilmiş olurdu.

Karışan İki Malın Tek Bir Mal Gibi Kabul Edilmesinin Şartları

Karışık iki ayrı malı bir kişinin malıymış gibi kabul ederek, ona göre zekât alınması için iki çeşit şart vardır:

Birinci şart: Onlar hangi kısımdan olursa olsun -ister birbirinden ayırdedilmeyecek şekilde, isterse komşuluktan ötürü karışmış olsun-karıştırılmış olan malın şartlarıdır. Bunların şartlan aşağıdadır:

a; İki malın cinsi aynı olmalıdır.

Eğer malların yarısı koyun, yarısı da sığır olursa, ne şekilde ve nasıl karışmış olurlarsa olsunlar ayrı ayrı kabul edilirler.

b. İki malın toplamı nisab miktarına ulaşmış olmalıdır.

Eğer iki malın toplamı 35 koyun olursa onlara zekât düşmez. Ortaklardan birinin veya ikisinin de başka koyunları olsa ve onları getirip 35´e katsa ve böylece nisab miktarına ulaşsa bile bu dikkate alınmaz.

c. Karışık olan iki mal bu şekilde bir sene -eğer üzerinden bir sene geçmesi gereken kısımdan ise- kalmalıdır.

Eğer ortaklardan herbiri Muharrem ayının başında 40 koyuna sahip olur ve koyunlarını Safer ayının başında birbirine katarlarsa, sene geçip tekrar Muharrem ayına geldiğinde herbiri zekât olarak bir koyun vermeli­dir. Bu durumda onların karıştırılması dikkate alınmaz. Ziraî mahsuller ve meyveler gibi üzerinde bir sene geçmesi gereken mallardan değilse, ka­rıştırmanın, meyve veya mahsulün olgunlaşma zamanına kadar kalması şarttır.

İkinci şart, komşuluk karışmasına mahsus olan şartlardır ki aşağıda zikredilmiştir:

a. Sığır, deve veya koyunlar birbirinden ayrı olmamalı; istirahat, top­lanma, otlak ve sağım yerleri aynı olmalıdır.

Eğer mal sahipleri koyunlarını değişik yerlere götürüp otlatır, değişik yerlerde istirahat ettirir, değişik yerlerde sağarsa, böyle bir karışıklığın hiç­bir etkisi olmaz. Daha önce zikrettiğimiz gibi böyle bir durum, karıştırma­nın hükmüne tâbi olmaz.

b. Karıştırılmış olan sürünün çobanı ve koçu bir olmalıdır.

Eğer herbirisinin ayrı çobanı ve ayrı koçlan olursa birbirine karışmış mal hükmüne girmez.

c. Mal, mahsuller gibi zekât düşen mallardan olduğunda bekçisi, ku­rutulduğu yer ayrı olmamalıdır, Eğer ticarî mal ise dükkânları, depolan, alışveriş aletleri ayrı olmamalıdır. Bu şartlar oluştuğunda karıştırılmış iki mal, tek mal sayılır. Onların belli olmayacak şekilde birbirlerine karışma­ları şart değildir. Bu şartlar mevcut olduktan sonra komşuluk dahi kâfi gelir. Bu şartlar veya bu şartlardan biri olmazsa, her mal sahibi kendi malının hesabını tutar ve zekâtını ona göre verir.

Birbirine Karışmış İki Malın Sahiplerinin Zekât Hususunda Yapmaları Gereken Şeyler

Zekât, birbirine karıştırılmış iki malı tek bir mal kabul ederek alındığında, mal sahiplerinin malları oranında sorumlulukları vardır.

Eğer malından, kendisine düşenden daha fazla alınırsa, fazlasını or­taklarından alır, eğer az alınmışsa, üstünü ortaklarına verir. Karıştırılmış mal 100 koyun ise, ona 2 koyun zekât düşer. Eğer bu yüz koyun üç kişinin olur, ellisi birine, diğer ellisi de öteki iki ortağa ait olursa, 50 ko­yuna sahip olana 1 koyunun yarısı, 25´er koyuna sahip olan diğer iki kişiye de bir koyunun 1/4´i zekât olarak düşer.

Yukarıdaki hükümlerin delili, Enes´ten rivayet edilen şu hadîste bu­lunmaktadır: ´Mallarını karıştıran iki ortak zekâtı eşit şekilde öderler´.

Zekâtın Eda Keyfiyeti

Zekâta tabi olan mal nisab miktarına ulaşmışsa ve üzerinden bir sene geçmişse, zekât vacib olur. Mal sahibinin, vacib olan zekâtı hemen vermesi gerekir. Bu da şu iki şartın bulunmasına bağlıdır:

1. Zekâtı verebilecek imkâna sahip olmak.

Eğer mal kendisinin bulunduğu memlekette değilse veya borç olarak başkalarına verilmişse, bu durumda mal sahibi, malın zekâtım hemen vermekle mükellef tutulmaz. Eğer elindeki mal, başkalarına borç verdiği paranın zekâtına yetecek kadar ise zekâtı hemen vermesi vacib olur.

2. Zekâta müstehak olan sınıfların, idareci veya zekât memurunun hazır bulunması.

Kur´an´da zikredilen sekiz sınıf veya onların vekili hazır değilse, zekât tehir edilir. Hatta hak sahipleri hazır oluncaya kadar geri bırakıl­ması gerekir.

Zekâtı Tehir Eden Kişinin Durumu

Şartlar mevcut olduktan sonra zekâtını vermeyen kişi günahkâr olur. Çünkü hiçbir gerekçe olmadığı halde fakirlerin malını hapsetmiş sayılır. Böyle-yapmak ise haramdır. Ancak fakir bir yakınının, fakir bir komşusu­nun veya muhtaç birisinin gelmesini beklemek amacıyla tehir eden kimse bundan müstesnadır. Fakat orada hazır olan hak sahiplerinin mağdur olmamaları gerekir. Hazır olanları perişan etmek pahasına zekâtı tehir eden kimse günahkâr olur. Ayrıca zekâtı tehir eden kişi borçlu olur; yani fakirlerin hakkı olan zekât mala bağlı olmaktan çıkarak mal sahibinin zimmetine geçmiş olur. Eğer bütün malı telef olsa, yine o borcu (zekâtı) ödemek mecburiyetindedir. Çünkü zekâtı tehir etmekle kusurlu davranmıştır, kusurunun sorumluluğunu da yüklenmesi gerekir. Hatta zekâtın tehir edilmesi, daha önce sözü geçen kimseler için olsa dahi yine de bu hüküm mal sahibi hakkında geçerlidir.

Vekilin Zekâtı Tehir Etmesi

Geçen hükümlerden anlaşıldı ki mal sahibi birisini vekil tayin eder ve zekât miktarını da teslim ederse, vekilin, zekâtı, hak sahiplerine derhal vermesi gerekir, tehir etmeye yetkisi yoktur. Eğer buna rağmen tehir ederse, hem günahkâr, hem de borçlu olur.

Mühim Bir Nokta

Hayır cemiyetlerini idare edenlerin dikkatlerine arzediyoruz: Mal sa­hipleri tarafından sizlere zekât olarak verilen paranın bir kısmını cemiye­tin hesabına yatırarak sermaye gibi bekletip aylık taksitler gibi peyderpey dağıtmayın! Çünkü bu parayı bekletmek caiz değildir. Allah´ın şeriatında vacib olan hakkı, hak sahiplerine hemen vermek kaidesine muhaliftir. Ayrıca bu durum, fakirlerin kendilerine şerefli bir çalışma zemini hazır­layıp rızıklarını temin etmeleri amacıyla verilen zekâtın hedefine de ters düşmektedir. Evet, o zekâtı alan fakir, bir iş kurarak fakirler listesinden silinir, Allah yolunda infak edenler ve sadaka verenler sınıfına girer. Biz hak sahibinin adına tasarruf yapamayız. Hak sahipleri adına alman zekât, âkil-bâliğ olduğunda, zekâtı hemen kendisine teslim edilmelidir. Hayır cemiyetlerini idare eden ihlaslı kişilere tavsiyemiz şudur: Şeriata muhalif davranmayınız ki çalışmalarınızın ecrini alabilesiniz. Amelleriniz ve hizmetlerinizin heba olmasından kurtu la bileşiniz.

Zekâtın, Vakti Gelmeden Önce Verilmesi

Mal sahibi zekâtını, vaktinden önce verirse, malı nisab miktarına ulaşırsa ve üzerinden de bir sene geçmişse yeniden zekât vermesi vacib olur. Daha önce verdiği mal, zekât yerine geçmez. Çünkü zekâtın vacib olmasının sebebi nisabdır. Bu durum, eşyayı almadan önce verilen be­dele kıyas edilebilir. Böyle bir durumda ödenen bedel, malın karşılığı sayılmaz, satış akdinden sonra ödenmesi gereken bedelin yerine