Hırsızlığın Cezası

İslâm, insanların nefislerini (canlarını), namuslarını olduğu kadar mallarını korumak için de gelmiştir. Bu nedenle de hırsızlık yapmak suretiyle müslümanların mallarına saldıran kişi için bir ceza tayin etmiştir. Şimdi hırsızlık ve hırsızlığın cezasının ne olduğunu izah edelim:

Hırsızlık Nedir?

Lugatta hırsızlık (=sirkat), başkasının malını almak, aşırmak dernektir. Hırsızlığın ıstılahı mânâsı ise başkasının malını, korunduğu yerden belli şartlar dahilinde gizlice alıp zulmetmektir. Tarifte geçen gizlice almak ibaresi, gasbı, hırsızlık tarifinin dışında bırakır. Çünkü gâsıb, başkasının malını gizlice değil açıktan alır. Bu sebeple gâsıba hırsız denilmez, gâsıbın cezası da hırsızın cezasından farklıdır.

Tarifte geçen başkasının malı ibaresi de kefen soyucularını, hırsızlık tarifinden dışarıda bırakır; yani kefen soyucuları da hırsız sayılmaz. Çünkü her ne kadar ölü muhteremse de ona saldırmak yasaksa da o kefenin sahibi sayılmaz. Fakat kabir bir evin içindeyse veya bir imarethanenin kenarında bulunan bir mezarlıkta i&e, orada bulunan mezarı açıp kefeni alan kişi hırsız sayılır ve ona hırsızlığın cezası tatbik edilir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hıyanet eden, çapulcu ve ihtilas eden kimselere el kesme cezası yoktur.[1]

Hıyanet etmek, aldığı ödünç veya emanet malı sahibine iade et­memektir.

Çapulcu, açıktan açığa başkasının malım alan kişidir.

ihtilas ise, ani bir hareketle birşeyi açıktan kapıp götürmektir.

Hırsızlığın Cezası

Hırsızlık -gelecek şartlar dahilinde hâkimin huzurunda- sabit olduğu zaman, hırsıza ceza tatbik etmek farz olur. Bu ceza ise sağ eli mafsaldan kesmektir. Hırsızın elinin kesileceğinin delili şu ayettir:

İşlediklerinin cezası ve Allah tarafından onlara bir tenkil (ibret) olarak hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının elini kesin. Allah hükmünde galip ve hakimdir. (Mâide/38)

Ayrıca hırsızın elinin kesileceğine delâlet eden birçok hadîs bu­lunmaktadır, onlardan bazılarını zikredelim:

Amr b. Şuayb şöyle rivayet ediyor: ´Rasûluilah´a bir hırsız getirildi. Peygamber onun elini mafsaldan kesti´.[2]

Hz. Aişe şöyle rivayet ediyor; "Kureyş´in Mahzum soyundan olup da hırsızlık yapmış bulunan bir kadının durumu Kureyş´e hayli endişe vermişti. Onlar ´Kadının affedilmesi hususunda Rasûlullah ile kim konuşabilir?´ dediler. Aralarında konuştuktan sonra Rasûlullah´ın dostu Usame´den başkasının cesaret edip de ona bu meseleyi arzedemeyeceği-ne karar verdiler. Usame elçi olarak Hz. Peygamber´in yanına gönderildi. Usame bu hususta Peygamber ile konuşmaya başlayınca Rasûlullah şöyle buyurdu:

- Allah´ın tayin ettiği cezalardan biri hususunda şefaat mi ediyorsun? Sonra bir hutbe irad ederek şöyle devam etti:

- Ey insanlar! Sizden evvelki ümmetleri ancak şu helak etmiştir: Onlar aralarında şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman onu bırakır­lardı da zayıf olan bir kişi hırsızlık yaptığında ise ona (el kesme) ce­zasını tatbik ederlerdi. Allah´a yemin ederim ki eğer Muhammed´in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsaydı, muhakkak onun elini de keser­dim.

Sonra hırsızlık eden o kadınla ilgili emrini verdi de kadının eli kesildi1[3]

Yukarıda da belirttiğimiz gibi hırsızın sağ eli kesilir. İkinci defa hırsızlık yaparsa sol ayağı kesilir. Üçüncü defa hırsızlık yaparsa sol eli de kesilir, Dördüncü defa hırsızlık yaparsa sağ ayağı da kesilir. Bundan sonra da hırsızlık yapmaya devam ederse, hâkim onu engelleyici bir tâzir cezası verir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Her kim hırsızlık yaparsa onun elini kesiniz. İkinci kez hırsızlık yaparsa onun (sol) ayağını kesiniz. Üçüncü kez hırsızlık yaparsa onun (sol) elini kesiniz. Dördüncü kez hırsızlık yaparsa onun (sağ) ayağını kesiniz.[4]

Hırsızlık Cezasının Tatbik Edilmesinin Şartlan

Her hırsızlık yapanın eli kesilmez. Hırsızlık yapan kişinin elinin kesilmesi için şu sekiz şartın mevcut olması gerekir:

1. Baliğ olmak.

Baliğ olmayan bir çocuk hırsızlık yaparsa eli kesilmez. Çünkü baliğ olmayan çocuk mükellef değildir. Yukarıda İbn Mâce´nin rivayet ettiği hadîste (2045) bu hüküm geçmişti.

2. Akıllı oimak.

Hırsızlık yapan delinin eli kesilmez; zira deli mükellef değildir. Bunu daha önce de birkaç defa belirtmiştik.

Sarhoş olduğu halde hırsızlık yapan kişiye gelince, eğer kendi istek ve iradesiyle içki içmişse, yaptığı hırsızlığın cezası olarak eli kesilir. Fakat kendi istek ve iradesiyle içki içmemişse, hırsızlık cezası tatbik edilmez.

3. Zorlanmamış olrnak.

Zira zorlanan kişiden işlediği fiilin günahı (cezası) kaldırılmıştır.

4. Çalınan mal nisab miktarına ulaşmalıdır.

Burada nisab miktarı 1 dinarın dörttebiridir; yani 1 dinarın 1/4´i kıymetinde bir malı, başkasının kutusundan veya cebinden veya kasa­sından çalan kişinin eli kesilir. 1 dinarın 1/4´i, 1 miskaî veya 3 dirheme eşittir. Hz. Peygamber zamanında 1 dinar, 12 dirheme tekabül ederdi. Bu bakımdan 1 dinarın 1/4´i, 3 dirheme eşittir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hırsızın eli ancak dinarın 1/4´i veya daha fazlası için kesilir.[5]

İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: ´Rasûlullah (s.a) değeri 3 dirhem olan bir miğfer çaldığı için bir hırsızın elini kesti´.[6]

5. Çalınan mal, hırz-ı misil´den çalınmış olmalıdır.

Hırz-ı misil, malın korunmasının âdet olduğu yerlerdir. Bu bakımdan paraların hırz-ı misil´i, sandık, kasa ve benzeri yerlerdir. Elbiselerin hırz-ı misil´i kiler ve benzeri yerlerdir. Bir yerin hırz-ı misi! olup olmadığını örf ve âdet tayin eder. Eğer kişi, hırz-ı misil sayılmayan, yani örfen malların korunmadığı bir yerden bir mal çalarsa, onun eli kesilmez.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ağıla gelmeden önce başkasının hayvanını çalan kişinin eli kesil­mez. Hurma toplanıp da koruma altına alındığında (korunacak bir yere taşındığında) ondan, bir miğfer kıymetinde çalan kişinin eli kesilir.[7]

6. Hırsızın çaldığı mal onun mülkü veya hükmen mülkü gibi ol­mamalıdır.

Meselâ kişi ortak olduğu bir malı çalarsa eli kesilmez. Çünkü o malda hakkı vardır. Eğer çocuk babasının veya köle efendisinin veya bir fakir devletin malından çalarsa veya kişi kıtlık zamanında hırsızlık yaparsa, ceza tatbik edilmez; zira çalınan malda, mülkiyete benzer bir durum vardır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Müslümanlardan cezalan gücünüz yettiği kadar önlemeye çalışın. (Şayet bir çıkış yolu varsa onu serbest bırakın). Çünkü imamın affetme hususunda yanılması, ceza hususunda yanılmasından çok daha hayırlıdır.[8]

7. Hırsız, hırsızlığın haram olduğunu bilmelidir.

Bir kişi komşusunun ticarethanesinden bir ekmek veya bir yiyecek alsa, fakat bu yaptığının haram olduğunu bilmese -bu bilgisizlik de İslâm´ın temel meselelerini bilmemekten veya İslâm´a yeni girmekten ileri geliyorsa- onun eli kesilmez. O kişi aldığı malı tazmin eder veya tâzir cezasına çarptırılır.

8. Çalınan mal, tahir ve temiz olmalıdır.

Bir kişi, domuz, köpek, şarap veya murdar bir hayvanın tabak­lanmamış derisini çalarsa eli kesilmez. Ayrıca çalman malın mubah olması da gerekir. Eğer kişi tanbur, ud, mizmar ve benzeri çalgı aletlerini veya bir put, bir haç çalarsa eli kesilmez. Çünkü masiyetlerin bir an evvel ortadan kaldırılması -içkinin dökülmesi gibi- mendubdur. Bu hususlarda şüphe vardır, şüphe olan yerde ise hadd uygulanmaz. Bütün bu şartlar, hırsızlık cezasının tatbiki içindir. Bu bakımdan. bu şartlardan biri olmadığında el kesme cezası uygulanmaz. Ancak hâkim, uygun gördüğü şekilde tâzir cezası uygulayabilir. Tazir cezası olarak, para cezası da verilebilir.

Hırsızlığın Sabit Olması

Hırsızlık, şu hususlardan biriyle sabit olur:

1. Hırsızlık, hırsızlık yapan kişinin itirafı ile sabit olur.

Ancak hırsız, hırsızlığını itiraf ettikten sonra, itirafından dönebilir. Eğer itirafından dönerse, hiç itiraf etmemiş gibi olur. Kadı -zina itirafında olduğu gibi- hırsızlık itirafında bulunan kişiye de itirafından dönmesi için birtakım tarizlerde bulunabilir. Hırsızlık meselesinde hırsızın, mal sahibinin huzurunda ve onun talebiyle itiraf etmesi gerekir.

2. Hırsızlık, beyyine ile sabit olur.

Beyyine, iki adil kişinin şahitliğidir. Bir erkek, iki kadının şahitliği ile de hırsızlık sabit olur, fakat hırsızın eli kesilmez. (Hırsızın çaldığı mal alınarak sahibine teslim edilir).

3. Müddeaaleyh (davalı) yemin etmekten kaçınırsa, müddeî´nin (davacının) yeminiyle hırsızlık sabit olur.

Hırsızlık Yapan Kişi Çaldığı Malın Zâmini Olur

Hırsızlık sabit olup cezası verildikten sonra, hırsızın çaldığı malı sahibine -eğer mevcut ise- iade etmesi, mal telef olmuşsa bedelini vermesi vacibdir. Çünkü hırsız, çaldığı malın zâminidir. Bunun delili su hadîs-i şeriftir:

Ödeyinceye kadar aldığını korumak el´e vacibdir.[9] Hırsızın Elinin Kesilmesi Allah´ın Hakkıdır

Hırsızlık sabit olup mesele kadıya götürüldüğü zaman, cezanın tatbik edilmesi vacib olur. Cezanın bağışlanması için tavassutta bulun­mak caiz değildir. Bunun delii, Benî Mahzum soyundan bir kadının hırsızlığı ile ilgili rivayet edilen hadîstir ki daha önce zikredilmişti. Eğer mesele kadı´ya götürülmemişse cezanın bağışlanması için tavassutta bulunmak ve cezayı bağışlamak caizdir.

Şöyle rivayet edilmektedir: Safvan b. Umeyye, eî-Betha denilen yerde uyurken bir kişi onun başının altında bulunan hırkasını aldı. Safvan onu yakaladı ve Peygamber´in huzuruna götürdü. Rasûlullah (s.a) onun elinin kesilmesi için emir verdi. Bunun üzerine Safvan şöyle dedi:

- Ben onu affediyorum, hakkımdan vazgeçiyorum.

- Bana getirmezden önce bunu yapmalıydın.[10]

Cezaların Meşruiyetine Gölge Düşürmeye Çalışan İslâm Düşmanlarına Cevap

Mutlaka İslâm düşmanlarının hırsızlık ve zina cezasıyla (el kesme ve recm ile) ilgili ileri-geri sözler sarfettiğini işitmişsinizdir. Burada genel olarak onlara cevap vermek istiyoruz,

1. İslâm düşmanlarının el kesme ve recm hususunda gösterdikleri infialin tek sebebi İslâm´a düşman olmalarıdır.

Onlar, akıllarını bu cezaların amaç ve hakikatini bulmak için kul­lanmıyorlar. Bu cezaların hedef ve neticelerine bakmıyorlar. Bu kötü­lüklerin nasıl bertaraf edileceğine aldırmıyorlar; zira hasım husumetini göstermek istediği zaman hasım olduğu noktadan yola çıkar. Aklın, mantığın, sağlam düşüncenin gereğine aldırmadan böyle yaparlar. Zaten böyle yaptıkları için hasım ismini almışlardır.

Bu nedenle İslâm´ın herhangibir meselesini ele alıp bunlarla tar­tışmak bize hiçbir yarar sağlamaz. Buna rağmen İslâm´ın hedeflerini kavramaya çalışan gerçek müslümanların zihin ve akılları bulanmasın diye onlarla bu konu üzerine tartışıyoruz.

2. Bu hükümleri kabul edip toplum için tek tedavi yolu olduklarına inanmamızın sebebi, Hz. Peygamber´e vahiy yoluyla indirilmiş olan Kur´an´ın Allah´ın kelâmı olduğuna inanmamızdır.

Allah´a ve Kitabı´na gerçek mânâda iman etliğimizde bu hükümler hakkında hiçbir şüphe kalbimize nüfuz edemez. Bu hükümlerin her-hangibirinden şüphe etmek bizim için muhaldir. Bu hükümler hakkında­ki şüphe, ancak Allah´tan, Kur´an´m Allah´ın kelâmı ve Hz. Muhammed´in Alah´ın rasûlü olduğundan şüphe edenlerde meydana gelir. Bu du­rumdaki insan bazı dalların kendisinden ayrıldığı asılda münakaşa eder, büyük inkârın bir neticesi olan birtakım basit ayrıntılar üzerinde değil!

3. Biz psikologların, gerek hırsızlığın ve hırsızlığa alışmış kimselerin (neden olabilecekleri) tehlikelerden, bu tür suçların bu suçlan işleyenler­de köklü hastalıklara dönüştüğünden, bu bakımdan bu hastalığın ilacının birtakım tekrarlanagelen alışılmış cezalarda bulunamayacağı şeklindeki iddialarını, gerekse zinanın tehlikelerinden, toplum içerisindeki çok yönlü kötü sonuçlarından, hele hele zinayı mubah gören toplumlarda yayılan AİDS adlı illetin başgöstermesinden söz ettiklerini işitiyoruz.

Biz bütün bunları arzettikten sonra, Allah´ın şeriatından yüzçevirmiş toplumlarda müşahade olunan olaylara bir göz attığımızda, bu ülkeler fle Allah´ın yasalarını ikame eden ülkeler arasında çok açık bir farkın bulunduğunu görüyoruz. Bu toplumlarda cinsî sapıklıklardan ötürü yayılan hastalıklar hem gençleri, hem yaşlıları mahvetmektedir. Öyle ki seksen değnek veya recm cezası bu bunların yanında çok hafif kalır.

Biz Allah´ın koyduğu hüküm ve sınırlara riayet eden bir toplumun, emniyet ve refah içinde, hastalıklardan uzak bir toplum olduğunu gö­rüyoruz. Beşer hayatını darmadağın eden, toplumların helak olmasına yol açan cinse! hastalıklar, her türlü cezadan daha korkunçtur.

Bu bir tebliğdir. Herşeyden önce Allah´a ve Rasûlü´ne iman eden, ikinci olarak da fikir ve ifade hürriyetinden istifade edebilen insaflı ve akıllı kişilere bir hatırlatmadır. Allah doğru yola iletenin ta kendisidir. Cezalardan bahsederken iki önemli hususa işaret etmemiz gerekir:

a. İslâm, bu caydırıcı hükümleri koymakla beraber, insanları suçtan uzaklaştıracak birtakım kanunlar da getirmiştir. Meselâ insanları hırsızlık yapmaktan korumak için, Allah Teâlâ her ferdin ihtiyaçlarını temin etme kanunu getirmiştir. Eğer fert çalışabilecek durumdaysa, beyt´ul-maldan ona sermaye ve sermayeyi değerlendirecek araç ve gereçler verilir. Böylece o fert kısa zamanda başkasına muhtaç olmaktan kurtulup başkasına yardım edecek duruma gelir. Böylece toplumun tamamı birbirine yardım eder, birbirine karşı vekil, kefil ve zâmin olur.

Zinadan korumak için İslâm örtünmeyi, erkek ve kadınların birbirlerine karışmasını, bir erkek ile bir kadının yalnız kalmamalarını emretmiştir. Zinadan korunmak için evlenmeyi teşvik etmiş ve evlen­menin kolay olması için de mehirin düşük tutulmasını tavsiye etmiştir. Dini ve ahlâkı güzel olan kişilere, fakir olduklarına bakmaksızın kız vermeyi tavsiye etmiştir.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır;

Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz kişi siz(in aileniz)den bir kadına talip olursa onu evlendirin (talip olduğu kadını ona verin!) Şayet böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olur.[11]

Kur´an´ın bu hususta birçok emir ve hükümleri vardır. Araştıran bir kişi bunları fıkıh kitaplarından bulup çıkarabilir.

b, İslâm´ın tayin ettiği cezaların amacı, suçluyu azaba duçar etmek değildir.

İslâm´ın bu cezalan tayin etmesinin amacı, toplumun sağlam kal­masıdır. Bu bakımdan tayin edilen bu cezalar, insanları suçtan caydır­mak ve istenen hedefe ulaştırmak için bir kumandadır. Ukubetin key­fiyetine gelince, o gaye değil vesiledir. Hedefe ulaştıran vesilelerden kas-dedilen ne ise, cezalardan kasdedilen de odur. İslâm´ın meşru kıldığı bu cezaların müslümanları istenen hedefe götürdükleri sabit olmuştur. Tarih, geçmişte İslâm´ın bu adil hükümlerinden bahsettiği gibi bugün de bahsermektedir. Öyleyse hastalık ve pisliklerin giderilmesi için kesin deva ve ilaç budur. Uygarlık ve teknolojinin en ileri derecesine ulaşmış devlet­lerin hastalık ve pislikleri gidermek için birtakım kanunlar uyguladıkla-nnı fakat bir türlü bunlarla başa çıkamadıklarını, toplumu istenen hedefe oötüremediklerini görüyoruz. Bu toplumlarda emniyet, istikrar yoktur. Günlük gazetelere bakıldığında bu hastalıklar, pislikler, çirkinlikler açıkça görülmektedir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tirmizî/1448

[2] Taberanî, (Bkz. Muğni´l-Muhtaç, IV/77)

[3] Buharî/6406, Müslim/1688

[4] İmam Şafii, el-Umm, VI/138

[5] Buharî/6407, Müslim/1684, (Hz, Aişe´den)

[6] Buharî/6411, Müslim/1686

[7] Ebu Dâvud/4390, (Abdullah b. Amr´dan

[8] Tirmizî/1424, (Hz. Aişe´den)

[9] Ebu Dâvud/3561, Tirmizî/1266, (Semure b. Cündüb´den)

[10] Neseî VIII/68; İmam Ahmed, Müsned, III/401

[11] Tirmizî/1085, (Ebu Hüreyre´den)