Ok çekti yukardan üstüme avcı!

Şüphesiz duyduğu, şahit olduğu her ‘hidayet’ öyküsü inanan insan için ayrı bir motivasyon ve esenlik kaynağı. Bu nedenle kısa süre önce ‘yaşayan en ünlü ateist’ olarak nitelenen 81 yaşındaki İngiliz Profesör Andrew Flew’in yanılgı içinde olduğunu.........

Ok çekti yukardan üstüme avcı!

Şüphesiz duyduğu, şahit olduğu her ‘hidayet’ öyküsü inanan insan için ayrı bir motivasyon ve esenlik kaynağı. Bu nedenle kısa süre önce ‘yaşayan en ünlü ateist’ olarak nitelenen 81 yaşındaki İngiliz Profesör Andrew Flew’in yanılgı içinde olduğunu vurguladıktan sonra artık ‘inanmaya’ başladığını söylemesini çok önemsedim. Zira 1950’de yazdığı “Teoloji ve Aldatmaca” adlı makalesiyle ateizme büyük katkılarda bulunan ve birçok dilde 40 baskı yapan Flew’in Rabb’a dönüşü, sırf ölüme yaklaşmış yaşlı bir adamın rota değiştirmesi değildi.



Aslına bakarsanız, insanlığın tarihi bir çeşit arayış, fikir çilesi serüvenidir de... Kutsal kitabımızda bunların en müthişi anlatılır.

Hz. İbrahim, kavminin tapmakta olduğu putların gerçek birer tanrı olmadığını anlayınca tefekküre dalar bir gece vakti...

Gökte bir yıldız görür ve “Rabb’im budur” der.

Ama sabah olunca o yıldız kaybolup gider... Batmıştır...

O yıldız, gerçek bir İlah olsaydı böyle olmazdı!

Bunun üzerine Hz. İbrahim; “LÂ UHIBBÜL ÂFİLİN” dedi...

Ben batanları, kaybolup gidenleri sevmem... (En’am Sûresi-76)

İşte insanlığın öyküsü İbrahim’in (as) öyküsüdür. Kimi fani olana, batana takılıp kalırken, kimi ısrarla devam eder arayışa. Prof. Flew, 81 yaşında buldu ‘Batmayan’ı. Üstelik çok büyük bir vicdan yarası eşliğinde. Şöyle bir açıklama yaptı sonra: “İnsanların benim önceki fikirlerimden etkilendiğini düşünecek olursak, sebep olduğum bu büyük zararı telafi etmeye çalışacağım.” Samimi bir bağışlanma dileğiydi bu. Ama beni etkileyen şey, bu özür faslı değildi şüphesiz. Prof. Flew, basit bir ölüm korkusuyla gelmemişti bugünkü durduğu noktaya. Dinliyoruz: “Hayatın var olması için gereken ve içinde inanılmaz bir karmaşık düzen barındıran DNA araştırmaları, hayatın var olmasının ardında zeki bir varlığın bulunduğunu gösteriyor.”

Kimsenin inancını yargılamak, hidayet şeklini ve yöntemini eleştirmek ne haddimiz ne de işimiz! Ancak bana çarpıcı gelen hidayet öyküleri bu tür olanlar oluyor.

Yıllar önce, evveliyatı Marksist olan bir yazarımızın kitabında okumuştum. Bir savaşı takip ederken, yanındaki arkadaşının bomba ile parçalanmasından sonra inanmaya başlamıştı yazarımız. Dediğim gibi küçümsemek ya da basitleştirmek gibi bir niyetim yok. Ama kafalı bir yazarın, bir düşünürün, münevverlik iddiasında olan bir beynin daha çok düşünmesi, beynini zonklatana kadar sorgulaması gerekmez mi? Bugün kaçı bunu yapıyor aydınlarımızın? Referansı Marks olanlar, samimi olsun olmasın her dini hareketi, görüşü, düşünceyi ‘dinci’ yaftasıyla küçümseyen zihinlerin kaçı Flew’in yaptığı muhasebeyi yapıyor?

Enteresandır, tam bu konuda yazı yazmayı tasarlarken peş peşe iki hidayet öyküsü düştü önümüze. Biri manken Yaşar Alptekin’in. Diğeri yazar Serdar Turgut’un. Turgut da şöyle anlatıyor kendi menkıbesini: “Kendimi ateistim zannediyordum. Şu anda böyle (inançlı) oldum. Bunun nedeni de hastalığımdır. Çünkü çok korktum. Bir anda bir baktım, ne yürüyebiliyorum ne de kolumu kullanabiliyorum. Dehşet verici bir şey. Sonra aştık onları; ama bayağı güç bir süreçten geçtik. Dinin, dua etmenin bana çok yararı oldu. Tekrar düşündüm olayları. İçimde güç alacağım yerler aradım. Ve duanın gücünü keşfettim. Allah’tan yardım istedim. Şimdi her şeyi istiyorum O’ndan. Gazete yaparken de, adımımı atarken de. Kurban kestim hayatımda ilk kez.” Şüphesiz manidar ve ders alınacak bir süreç.

Yaşar Alptekin’in ki ise belki Turgut’unki kadar trajik değil; ama çarpıcı: “Her şey Sakıp Sabancı’nın cenazesinde başladı. Onu hiç de tanımam; ama cenazesinde tuhaf duygulara kapıldım. Sanki ruhum olduğu yerden çıktı yükseldi ve kendimin de olduğu cemaati tepeden izlemeye başladım. O günden beri namaz kılıyorum.”

Bilmiyorum bu sefer izah edebildim mi; ancak bana çarpıcı gelen Turgut’un yaşadığı hidayet serüveni değil. Zira çok iyi biliyoruz ki, nisyan ile malul olan insanoğlunun ölüm tehlikesini atlattıktan sonra dünya tekrar paçasına yapışacaktır. Bana cazip ve nasihat gibi gelen Alptekin gibi “gece, bir hendeğe düşercesine” yaşanan iç dünya değişimleri. Ama en muhteşemi, şüphesiz Prof. Flew’in yaşadıkları. Belki can yakıcı, iç acıtıcı, beyin zonklatıcı; ama Yüce Yaratıcı’mızın her zaman kişiye özel mektup yollamadığı gerçeğini bilince insan ister istemez ürperiyor!



M. NEDİM HAZAR 09.01.2005 PAZAR Zaman Gazetesi